Altın Çiçeğin Sırrı

by admin

Altın Çiçeğin Sırrı meditasyon ve Çin simyası üzerine yazılmış bir kitaptır. Richard Wilhelm’ın çevirdiği bu klasiğin ön sözünü ise Carl Jung yazmıştır. Altın bir çiçekle simgelenen ışık, bir mecazdır. Her şey hareket eder ve güç merkezinden gelir. Bu nedenle, bilincimizi bu Işık’a doğru uyandırır veya açarız.

Bu kitap, Taocu öğretinin en önemli metinlerden biridir ancak oldukça tartışmalıdır da. Altın Çiçeğin Sırrı, Asya’nın en büyük manevi miraslarından birinin “Batılılaşmış” bir çevirisidir. 

Çinliler, 7. yüzyılda ahşap tahtalara ezoterizme dair bilinen ilk metni yazmıştır ancak bu metin sözlü olarak aktarılmıştır. Işık dini, Lu Yan önderliğinde ilkelerini, kodlarını ve bilgilerini bir araya getirmiştir. Aslında tüm bu yöntemler İran’dan alınmıştır ki esasen eski Mısır geleneklerine dayanmaktadır.

Öğretileri çok karmaşıktır. Bir örnek manevi farkındalığın varlığını aydınlatan simya sürecidir. Bunu yapmak için içsel bir kutsal alana, yani hem başlangıç hem de son olan altın çiçeğe odaklanmalıyız. Wilhelm ve Carl Jung birçok kavramı atlamış olsa da bu kitap, bu felsefe üzerine bir arka plan çalışmasıdır.

“Altın Çiçek Işıktır ve Cennetin Işığı Tao’dur. Doğa ve yaşamın hala bir birim olduğu “tohum” vardır. Karanlık, Işık’ı doğurduğunda Simya süreci gerçekleşmeye başlar.”

Altın Çiçeğin Sırrı

İçimizdeki altın çiçeği yetiştirmenin önemi

Kitabın orijinal başlığı Altın Çiçeğin Yetiştirme Talimatları gibi bir şeydi. Bu kitabın amacını anlamak için ilk önce altın çiçeğin ne anlama geldiğini bilmeliyiz.

  • Altın çiçek, içsel dönüşümün simyasına atıfta bulunan bir metafordur.
  • Taocu felsefe, ruhani bir enerjimizin olduğunu savunur.
  • Işık, bilinci sembolize eder. Meditasyonlar ve egzersizler ya da enerji simyası, Işık ya da altın çiçeğin uyanmasına neden olur.
  • Bu sürekli alıştırmalar, yavaş yavaş bizim Işığımızı geliştirmemizi ve altın çiçeğin peşinden gitmemizi sağlar.

Batılı bir bakış açısından, Altın Çiçeğin Sırrı kitabındaki ilkeler tanıdık değildir ama gelin Carl Jung’un yorumunu takip edelim. Jung, bir psikiyatristti ve analitik psikolojinin öncüsüydü. Bu kitabın anlamı onu yıllarca büyülemişti. Altın çiçek, toplum tarafından koşullandırılmış zihnimizi bir kenara bırakmamızı sağlar. Bu sayede daha yüksek bir seviyeye ulaşacağız, özgür olacağız, yaratıcı olacak ve göksel ruhsal bir durumun tadını çıkaracağız.

Işık her zaman bizim vortekslerimizden süzülür. Bilincimiz istediğimiz, hayal ettiğimiz veya bizi çevreleyen her şeyi etkiler. Yani altın çiçeğin bilincimizi büyütmesine ve uyanmasına izin vermek için kendi içimize bakmalıyız.

Kalbi açmak için zihninizi sakinleştirin

Bu noktada, okuyucularımızın birçoğunun aklında sorular olabilir. Altın Çiçeğin Sırrı kitabında anlatılan bu Işığı elde etmek için ne tür bir simya / meditasyon yapmalıyım? Cevap basit, ama büyük bir özveri, pratik ve irade gerektirir: Zihnimizi ve kalbimizi açmak için zihni nasıl sakinleştireceğimizi öğrenmeliyiz.

  • Kendimize kim olduğumuzu sorarak başlamalıyız. Muhtemelen bu soruyu sorduktan sonra gerçek yüzümüzü göreceğiz. Bununla birlikte, ne olduğumuzu bedenimiz değil, düşüncelerimiz tanımlar. Düşüncelerimiz çok konuşur, yalan söyler ve doğru olmayan şeylere inanmamıza neden olur. Bu yüzden en iyi şey onları susturmaktır.
  • Düşüncelerimizi sakinleştirmek için derin nefes almayı denemeliyiz. Düşüncelerimiz yavaş yavaş susacaktır. Bir günde veya bir haftada yapılamayacak bir şey bu. Zihnin sakinleştirilmesi zaman alır.
  • İç huzura vardığımızda, bunu yansıtmaya başlayacağız. O anda, yüreğimizin ruhuyla, bilincin bulunduğu yere bağlanacağız.

Altın Çiçeğin Sırrı, düzenli meditasyon yapmamızı gerektirir. Bu uygulama, bir mandala görene kadar zihnimizi tuzağa düşüren ve koşullayan katmanları ortadan kaldırır. Bu, bizi tamamen özgürleştirecek simya sembolünü içeren bir figürdür: altın çiçeğin sırrı işte budur. 

Alıntı: https://aklinizikesfedin.com/altin-cicegin-sirri-meditasyon-uzerine-bir-kitap/

Yukarıda alıntısını yaptığım giriş yazısında okuduğunuz gibi Altın Çiçeği Sırrı, Tao’cu simya öğretisinin nesilden nesile aktarılmış bir el kitabıdır. Batılı psikolog Richard Wilhelm’ım çevirisini yaptığı bu kitabın derinlerine girebilmek için sağlam bir meditasyon ve ezoterik bir farkındalığın olması gerekmektedir. Bu yüzden bu kitabın derinliklerine girebilmek ve bu kitabın anlattığı şeyleri kavrayabilmemiz için ilk öncelikle bu kitapta yazılanları tam anlamıyla deneyimlemiş bir üstattan bu bilgileri ve deneyimleri almamız elzemdir.

İnsan çok boyutlu bir varlıktır. Zihin ve psikoloji ise bu boyutlardan sadece birisidir. Tao’cu öğretileri, meditasyonu ve içsel simya sürecini kavrayabilmek, zihin ve psikolojinin de ötesinde bir farkındalığı gerektirir. Bu yüzden Richard Wilhelm ve Jung’ın tam anlamıyla bu öğretide geçen kavramları yüzde yüz şekilde aktarabilmeleri mümkün değildir. Her ne kadar çok büyük psikolog olsalar da, belirli bir içsel aydınlanma ve sağlam bir meditasyon bilgisi ve farkındalığı olmadan Altın Çiçeği Sırrı’nda geçen simya öğretisini kavrayabilmek ve uygulayabilmek pek mümkün değildir.

Altın Çiçeği Sırrı öğretisiyle ilk karşılaşmam, meditasyona yeni başladığım ve belirli bir içsel farkındalığın yeni yeni oluşmaya başladığı zamana denk geldi. Her ne kadar meditasyon hakkında çok ufak da olsa bir deneyimim ve farkındalığım olmuş olsa da, çoğu aktarılan öğretiyi uygulamaktan öte zihinsel olarak kavramaya çalışıyordum. Zaten bu şekilde olmak zorundaydı çünkü bir öğretiyi uygulayabilmek için ilk başta bilgiyi almamız, sonra o bilgiyi içsel olarak işlememiz ve daha sonra bu bilgiyi ruh/zihin/beden dengesi içinde uygulamaya, sindirmeye ve bilgelik haline getirmemiz gerekir. Bu da, sadece zihinsel/düşüncesel şekilde olacak bir şey değildir ve zaman ve pratik gerektirir.

Meditasyon, benim de uzmanlaşmaya çalıştığım ve siteyi biraz araştırdıysanız, üzerinde çalıştığım bir konudur. Tao’cu Altın Çiçeği Sırrı ile ilk tanışmam ise Osho’nun Sırların Sırrı – Altın Çiçeği Sırrı kitabını okumakla başladı. İlk başta Lu Tzu’nun sutralarını yani Altın Çiçeği Sırrı öğretilerini okurken, pek bir anlam ifade etmiyorlardı. Sonra meditasyon yapmaya ve belirli bir seviyeye geldikten sonra içsel ışığımın farkına varmaya başladım fakat hala karanlık daha ağır basıyordu. En sonunda bu sutraları bir kaç kez okudukça ve meditasyonlarımda belli bir farkındalığa gelmeye başlayınca söylenilen şeyler belli bir kavrama kapasitesine gelmeye başladı. Kavrama kısmını, tam olarak ‘idrak’ kısmına getirmemin zaman alacak ve sürekli meditasyon yapmam gereken bir şey olduğunu yeni yeni öğreniyorum.

Altın Çiçeği Sırrı ile ilgili birkaç kaynak bulunmaktadır. Bunlardan ikisi şudur:

https://www.kitapyurdu.com/kitap/altin-cicegin-sirri/45647.html

https://www.dr.com.tr/Kitap/Sirlarin-Sirri/Egitim-Basvuru/Kisisel-Gelisim/urunno=0000000651554?gclid=CjwKCAiA__HvBRACEiwAbViuU1hFgPCeF8qBOd3l0t1g1mHQy5Ig6L_mi2M56oMUMWxSsTdkZcPjQBoCWT4QAvD_BwE

Benim burada paylaşacağım bilgiler, insanlık tarihine gelmiş en büyük meditasyonculardan birisi olan Osho’nun, Altın Çiçeği Sırrı’nı detaylı şekilde aktardığı öğretilerdir. Meditasyon yapmadıkça ve meditasyon hakkında belirli bir pratik ve deneyim olmadıkça, bu öğretide aktarılan şeyleri entellektüel şekilde kavramak imkansız olacaktır. Başlarda tabi ki entellektüel şekilde kavramak zorunda kalacağız fakat bunu pratiğe ve eyleme dökmedikçe, bu öğretiler bilgi birikimden öteye gitmeyecektir.

Bu yüzden Wilhelm ve Jung’un aktardıkları şeyleri bir tık öteye götürecek kişinin Osho ya da onun gibi sağlam bir meditasyon ustası olan uyanmış birisinin olması şaşırılacak bir şey değildir. Öğretiyi okudukça ve meditasyon çalışmalarına başladıkça, dediğimi daha iyi anlayacaksınız.

Şimdi Altın Çiçeği Sırrı yolculuğuna başlayabiliriz:


Üstad Lu- Tsu der ki:

Kendiliğinden var olan şeye Yol, Tao denir.

Tao kelimesi aslında ‘Yol’ demektir. Tanrı, hakikat, nirvana ve logos kavramlarının bu öğretideki eşitliği Tao’dur. Fakat Tao’cu öğreti, gerçeğin açıklanamaz olduğunu söylediği için ona ‘Yol’ demiştir. Tek yapılması gereken o ‘Yol’da yürümektir.

Tao’nun adı da biçimi de yoktur. O tek özdür, tek temel ruhtur.

O, bizi çevreleyen yaşam okyanusudur, saf özün hem içindedir hem de değildir. O varoluştur, temel ruhtur. Tüm şekiller ve biçimler Tao’nun şeklidir.

Öz ve yaşam görülemez. Onlar gökyüzünün ışığında bulunurlar. Gökyüzünün ışığı görülemez. O, iki gözün içinde bulunur.

Biçimi görebilirsin, bedeni görebilirsin – beden biçimdir, özü çevreleyen maddedir- ama özü göremezsin. Kişi onu doğrudan ve anında anlamalı, hiçbir duyu olmadan anlamalı. Bu nesnel değil öznel bir deneyimdir.

İki göze sahipsin. Taocular için bu iki göz çok önemlidir. Bu iki göz senin içindeki erkek ve dişiyi temsil eder. Aklının sağ tarafı dişil, sol tarafı erildir. Dolayısıyla bir gözün, içindeki erkeği, diğeri ise içindeki dişiyi yansıtır. Erkek ve dişi yanların içeride buluştukları zaman bu buluşma Tanrı denilen şeydir; bu buluşma, erkek yanının ve dişi yanının o iç duygu ortaklığıdır.

Tantra’nın, Tao’nun, Yoga’nın ve dünyadaki tüm gizli öğretilerin işi bu olmuştur yani içindeki dişinin ve erkeğin farkına varmana yardımcı olmak. Tantracılar buna Şiva ve Şakti, Taocular ise Yin ve Yang derler.

Gökyüzünün ışığı görülemez. İki gözün içinde bulunur.

İki gözün ‘bir’ olmazsa onun farkına varamazsın. İki gözün ‘bir’ olduğunda ışık olacaktır.

Dışa doğru ile aşağıya doğrunun ve yukarıya doğru ile içe doğrunun eş anlamlı olduklarını hatırla. Aşağıya doğru her ne giderse dışarıya doğru da gider, yukarıya doğru ne giderse içeriye doğru da gider.

Çoğu dini öğretide geçen ‘Tövbe edin. Tövbe edin.’ sözcüğü aslında yanlış anlaşılmaktadır. Bu, kötü davranışlar için kullanılmaktadır fakat ‘Tövbe’ aslında, geri dön, içeriye git, geriye git demektir. Geriye dönmek, özgünlüğüne yeniden kavuşmak demektir. Dışarıya akmaya devam edersen ‘düalite’ içinde kalırsın, içe dönersen ‘birliği’ yeniden kazanırsın.

Ve bu iki göz, bu iki alev, bilincinin bu iki yarımküresi bir araya geldiği, bütün yönleriyle birleştiği zaman, tek bir alev haline geldiği zaman, o tek alev Platinus’un ‘birin bire uçuşu’ diye adlandırdığı şeydir.

Yüce Varlık, onun üzerinde başka hiçbir şeyin olmadığı varlık için kullanılan terimdir.

O bir haline gelebilirsen, Yüce Varlık olursun. Bu, Tao’cuların, ‘Tanrı’ sözcüğünü kullanmadan Tanrı hakkında bir şey söyleme biçimidir, bir olabilirsen Tanrı olursun.

Yaşamın büyüsünün sırrı, eylemsizliğe erişmek için eylemi kullanmaya bağlıdır.

İçindeki ‘bir’likte büyük mutluluk vardır çünkü bütün gerilim yok olur, bütün çelişki yok olur, bütün kaygı yok olur.

Erkek; eylemi simgeler, kadın eylemsizliği. Eylemsizliğe erişmek için eylemi kullanmak zorundasın, çabasız olabilmek için çaba göstermelisin. Gidip, tüm enerjilerini sunmalısın, o kadar aktif olmalısın ki, geride bir şey kalmasın. Sonra birden bire tüm enerji dahil olduğunda, orada bir karşı-oluşum gerçekleşir. Tıpkı, yüz derecede suyun buharlaşması gibi, tamamen buharlaşma esnası eylemdir ve geride eylemsizlik kalır. Tüm enerjin eylemin içine katılırsa, eylem kendiliğinden devam eder. Tüm enerjin eylemin içine katılmışsa, birden eylemin kendiliğinden devam ettiğini, içinde bir çaba olmadığını gördüğün an gelir; bu, eylemsiz eylemdir. Eylemsizliğe gitmek için önce eylemi öğrenmelisin. Meditasyon işte budur.

Altın Çiçek ışıktır. Altın Çiçek, simge olarak kullanılır. ‘Su diyarı yolunun sadece bir tadı vardır’ kalıbı bunu ifade eder.

Altın Çiçek bir simgedir, enerjilerinin artık ikili olmadığı, bir haline geldiği anın simgesidir, harika ışık salıverilmiştir ve ışık altındandır. Bu, içinde altın ışıktan bir çiçek açmış gibidir. Ve bu sadece bir simge değildir. Bir simgedir ama neredeyse kelimenin tam anlamıyla gerçektir; tam bu şekilde gerçekleşir.

Tüm yaşam, tüm varoluş ışıktan başka bir şey değildir; hepsi ışığın biçimleridir. Biçimler değişmeyi sürdürür fakat ışık devam eder. Işık ebedidir. Bu tat, bu öz herkesin içinde aynıdır. Bu tat, mutlak farkındalıkta bulunur.

Işığın dolaşımı için yapılan çalışma, tamamen geriye akış hareketine bağlıdır, düşünceler bu şekilde bir araya toplanır. Kutsal yürek, Güneş’le Ay’ın arasındadır.

Güneş’in eril enerjiyi, Ay’ın dişil enerjiyi temsil ettiğini hatırla. Ve yürek, ikisinin ortasındadır. Yürek ne erkektir ne de dişi. Yürek ilahidir, ne erkektir ne de dişi ve yürek tam ikisinin ortasında bulunur.

Eril enerji aktifliği, dişil enerji pasifliği simgeler. Altın Çiçeği Sırrı, tam ortada olman gerektiğini -ne erkek ne dişi olmak, herhangi bir uca yönelmek yok- o zaman denge olacağını söyler. O zaman kişi aktiftir ama yine de içinin derinliklerinde eylemsizdir, o zaman eylemsizdir ama dışta aktif kalır. Dışta Güneş yönelimli ol, içinde ise Ay’a yönelimli. Bırak, Ay’la Güneş içinde buluşsun ve sen tam ortada ol. Orta, aşmışlıktır.

İnsan bir merkezdir ama aynı zamanda da bir çevredir. Çevreye doğru ilerlersen birçok düşüncen olur. Çevre birçoktan oluşur, merkez ise birden. Merkeze doğru ilerlersen düşünceler kaybolmaya başlar. Tam merkezde düşüncelerin tümü yok olur, orada sadece farkındalık vardır. Bu gizli bilimsel eserin söylediği de budur.

Işık, içeriye doğru ilerlemelidir. Ve ışık, senin varlığının üzerine geldiğinde, kendi bilgin, kendini bilme oluşur. Ve bu kendini bilme, özgürlük getirir; bütün karışıklıklardan özgürleşme, bütün bağlardan özgürleşme, ölümden özgürleşme, bedenden özgürleşme. İçindeki ruhu yaratır.

Sarı Saray kitabı der ki: ‘Yaşam, bir metrekarelik evin bir santimetrekarelik alanında düzenlenebilir.’

Bedenimizin bu küçük tapınağında yaşam düzene sokulabilir.

Santimetrekarenin ortasında görkem bulunur. Yeşim şehrinin mor salonunda En Büyük Boşluk ve Yaşam Tanrısı oturur.

Sadece şu çelişkiyi gör: Boşluk ve yaşam. Yaşam erildir, boşluk dişi. Yaşam ve boşluk, her ikisi de içsel Tanrı’nın yönleridir. Birinden birini seçmezsen, hiç seçim yapmazsan -sadece gözlemciysen- bir yönü yaşam, diğer yönü ölüm, bir yönü mükemmellik, diğer yönü hiçlik olan Tanrı haline gelirsin.

Dolayısıyla ışık dolaştığı zaman, kutsal kral başkenti kurup, temel kurallarını koyduğunda tüm eyaletlerin hürmetle yaklaşması gibi veya üstat sessiz ve sakin olduğunda erkek ve kadın hizmetkarların, kendi ahenklerinin kurallarına itaat ederek kendi işlerini yapmaları gibi bütün bedenin enerjileri, hükümdarın huzurunda belirir.

Işık içeriye doğru ilerleyip, bir çıkış yolu kalmadığından varlığının içinde dolaştığı zaman -meditasyon işte budur, Buda’nın bodhi ağacının (bilgelik ağacı) altında yaptığı budur. Sessizce oturursun, tüm kapıları kaparsın ve ışık içeride dolaşır. İlk defa o zaman, bedenin ve bedenin içerdiği her şeyin -tüm gizlerin- farkına varırsın. Bu küçük beden evrenin tüm gizlerini içerir. Minyatür bir evrendir.

Işık, orada olup, içinde ilerlediğinde beden bir hizmetkar halini alır, duyular itaatkar hizmetkarlar haline gelirler, onları kontrol etmeye çalışman gerekmez. Kendi uyumlarıyla seni takip ederler.

Bu, Tao’nun güzelliğidir: Asla bir şeyi zorla yaptırtmaz, herhangi bir karakter geliştirmek istemez. Der ki: Sadece ışıkla dolu olun, gerisi gelecektir.

Demek ki, yapmanız gereken tek şey, ışığın dolaşımını sağlamaktır; bu, en derin ve en harika sırdır. Işığı harekete geçirmek kolay, sabitlemek zordur. Yeterince uzun dolaşımı sağlanırsa, kendiliğinden kristalleşir. Bu, ‘Sabah sessizce yukarıya uçarsın’ denilen durumdur.

Bu sutrada çok önemli bir şey söylenmektedir: Işığı harekete geçirmek kolaydır; onu sabitlemek zordur, o yüzden sabitlemeye çalışma.

Yoganın, kolayca yapılamayacak bir şeyi yapmaya çalıştığı yer burasıdır. Yoganın zorluğu, ağırlığı bu yüzden: Yoga, ışığı sabitlemeye çalışır. Hem de ışığı iki gözün arasına, tam iki kaşın ortasındaki 3. göz merkezine sabitlemeye çalışır. Yoga onu sabitlemeye çalışır. Tao ile Yoga arasındaki fark budur: Yoga onu sabitlemek ister, 3. göze konsantre olur. Kısacası, Yoganın tüm felsefesi budur: Eğer tüm bilincini 3. göze toplayabilirsen dönüştürüleceksin, iki gözün bir olacak ve ışık dolacaksın.

3. gözün hemen ötesinde -3. göz, yoga bilinç haritasında altıncı merkezdir- altıncının ötesi yedincidir. Yedinciye bin yapraklı lotus denir. Eğer ışık, 3. gözde toplanırsa, çok fazlalaştığı zaman, yedinci merkezi itecek ve yedinci merkezi itme, yüzyıllar boyu, milyonlarca yaşam boyu kapalı kalan tomurcuğu açacaktır.

Tao, başka bir yoldan yürür. Tao der ki: Işığı sabitlemek çok zordur. Onu sabitlemekle ilgilenmeyin. Kolay yolu, onu dolaştırmaktır.

Onun dolaşımı vasıtasıyla Taocular, yedi yüz akapunktur noktası keşfettiler.

Gerçek yöntemi -nasıl dolaştırılacağını- öğreneceğiz. Bu sadece bir zemin hazırlamaktı, böylece yaklaşımların ne olduğunu anlarsın.

Eğer ışığı dolaştırırsanız ve dolaştırmayı sürdürürseniz, belli bir noktada kendiliğinden kristalleşir, onu sabitlemek için endişelenmeniz gerekmez derler. Dolaşır, dolaşır, dolaşır, bir anda birdenbire her şeyin durduğunu görürsün ve yoganın oldurmaya çalıştığı şey olmuştur. Tao’da bu bir vaka, yogada ise zor ve uzun bir çaba yolculuğu. Yoga eril yönelimlidir.

Tao, dişil yönelimli değildir, Tao her ikisidir, bir sentezdir. Dolaşım eril enerjidir, sabitleme dişil enerji. Eylemsizliğe eriş, eylem vasıtasıyla eylemsizliğe eriş, gayret sarf ederek gayretsizliğe ulaş.

Bu temel prensibi uygulamak için düşüncelerini buna yoğunlaştırmaktan başka bir yöntem aramana gerek yok. İnsan düşüncelerini toplayarak uçabilir ve gökyüzünde doğabilir.

O, ölümsüzlüğün sırrıdır. Bu, Batılı Simyacıların Felsefe Taşı dediği, Hindistan’da amrit, iksir, nektar denilen şeydir. Bu bir simya ilimi kitabıdır: Kimyanı simyaya dönüştürmenin, adi metali altına dönüştürmenin sırlarını verir. Şu anda sen sadece adi metalsin ama bünyende sırları barındırıyorsun. Eğer bu sırlar işlenirse altına dönüşürsün. Altın ölümsüzdür.

Altın Çiçek yaşam İksiridir. Çok isabetli çalışmasına rağmen o kadar akışkandır ki, çok yüksek akıl ve berraklık ile tam bir sükuneti ve içine almayı gerektirir. En yüksek akla ve kavramaya sahip olmayanlar bu yolu bulamazlar; içine alma ve sükunet yeteneği en üst seviyede olmayanlar bunu sıkıca tutamaz, yitirirler.

İki gereklilik.. İlk olarak, kişiye akıl ve duruluk gerekir. Aklını kabullenirsen, kendini kabullenirsin, aydınlığa kavuşursun, mutlak surette belirginleşirsin; tüm bulutlar yok olur. Ve ikinci şey, içine almaya ve sükunete ihtiyacın var. Akıl ve açıklık eril zihnin parçası, içine alma ve sükunet dişil zihnin parçası.

Bu iki şeyin birlikte olması gerekir. Akıllı değilsen sana söylenileni anlayamayacaksın, üstadın sana bildirdiği şeyi anlayamayacaksın. Eğer dişil değilsen, onu içine alamayacaksın, onunla dolamayacaksın. Ve her ikisi de gereklidir: Akıllı olmalısın, o noktayı görebilmek için son derece akıllı olmalısın ve onu kendinde tutabilmek için sonuna kadar içine çekmelisin ki senin bir parçan haline gelsin.

Bu sadece bir temel. Yavaş yavaş ışığı dolaştırma tekniklerine gireceğiz. Dikkatle akıllıca dinle. Bunu içine al. Hayatının en büyük deneyimlerinden biri olabilir.

Leave a Comment