A) Bilinçaltını Anlamak
Giriş
Farkında olalım ya da olmayalım, hepimizin karanlık bir tarafı vardır. Bazen bu karanlık tarafımızı anlık olarak bazen de tam bir kaos içerisinde görürüz fakat genellikle bu karanlık tarafımızı korku, suçluluk, utanç vb. sebeplerden ötürü ya baskılarız ya da görmezden geliriz. Kendi karanlık taraflarımızın farkına varmamız ve onları kabul etmemiz, spiritüel yolculuğumuzun en önemli ve en zorlu bölümünü oluşturmaktadır.
Her gün taktığımız sosyal maskemizin altında, gölge/karanlık bir parçamız vardır. Bu parçamız düşüncesizce hareket eden, yaralı, üzgün, baskılanmış ve/veya genellikle görmezden gelmeye çalıştığımız soyutlanmış/yalnız parçamızdır. Gölgemiz, duygusal zenginliğin ve canlılığın bir kaynağı olabilir ve onun farkına varıp kabul etmemiz, özgün bir yaşamın ve iyileşmenin yoludur.
Steve Wolf
Hayatımızın belirli zamanlarında (ki genellikle çoğunlukla) bazı davranışları tekrarladığımızı, bulunmak istemediğimiz yerlerde bulunduğumuzu, görüşmek istemediğimiz kişilerle görüştüğümüzü, söylemek istemediğimiz şeyleri söylediğimizi ve bilinçli olarak olaylara ve durumlara farklı şekilde yaklaşmak istiyor olsak bile, bu olay ve durumlara otomatik şekilde tepkiler verdiğimizi görebiliriz.
Bilinçsizce sürdürdüğümüz tüm bu küçük deneyimlere izin verdikçe ve bunların kök nedenlerine inip davranışlarımızı ve bilinçsizliğimizi iyileştirmedikçe, tüm bunlar otomatik olarak sürüp gitmeye devam eder. Bilinçli olduğumuz taraflarımızla beraber tüm bu bilinçsiz olgularımız bizim günlük rutinimizi oluşturur.
Bilinçli ve bilinçsiz taraflarımızın ortaklaşa yarattığı günlük/sonsuz döngümüzün içinde bazen kendimizi kaybettiğimiz anlara denk gelebilmekteyiz. Böyle durumlarda kişisel farkındalığı ele alıp, o rutini kırdığımızda ise kısa süreli de olsa daha farklı bir enerji ve titreşimin içine gireriz. Bu kişisel farkındalığın yüksek olduğu anlarda kendimizin tüm kontrolünü ele alırız ve varlığımızın, eylemlerimizin tamamen farkına varırız.
Kişisel farkındalığın yüksek olduğu anlarda bulunmak söylenildiği kadar kolay değildir ve genellikle durum şudur ki, kendimizi kontrol etmekten uzak yaşamlar yaşamaktayız. Kendimizi kontrol etmediğimiz ve/veya edemediğimiz durumlardaki davranışlarımız, eylemlerimiz ve seçimlerimiz ise bilinçaltı tarafından kontrol edilmektedir.
Bilinçaltının kontrolü ele aldığı bu durumlarda bilincimizden ayrıldığımızı hissederiz ve bu durum kendimizle aramızda bir mesafenin oluşmasına ve kendi kontrolümüzü kaybettiğimiz hissine neden olur.
Kendi farkındalığımızdan ve kontrolümüzden ne kadar uzaklaşmış olursak olalım, dengeyi tekrar sağlayabilmek için yaptığımız her eylem ve uğraş ise içsel ustalık durumuna gelmemizi ve kontrolü yeniden ele almamızı sağlayacaktır. Bu duruma erişebilmemiz için yüksek derecede kişisel farkındalık ve kontrol çalışmaları yapmamız gerekmektedir.
Kişisel farkındalık ve ruhsal tekamül süreci ise tek bir bakış açısıyla değerlendirilemeyecek kadar geniş bir olgudur fakat bilinçaltımızın farkına varmak, gölge kısımlarımızı anlamak ve gölge çalışmaları yapmak, zihinsel/duygusal ve ruhsal yolculuğumuzda bize çok büyük faydalar sağlayacak yöntemlerdir.
Diğer bir deyişle; zihinsel, duygusal ve ruhsal olarak iyileşmek, büyümek ve kendi bütünlüğümüzü elde edebilmemiz için ‘Gölge Çalışmaları’ yapmamız gerekmektedir.
Gölge çalışması, kendi bütünlüğümüzü kazanmamıza yardımcı olan bir pratiktir. Derin bir iyileşme sağlamamız için karanlık/gölge taraflarımızla yüzleşmemiz ve onları baskılamadan tüm sorumluluğu üstlenerek kendi bilinçaltımızın ve gölge taraflarımızın farkına varmamız gerekir.
Gölge nedir?
Gölge, kişiliğimizin karanlık/bilinçsiz, kayıp, unutulmuş, aydınlatılmamış ve bilinçli egomuzun kendisiyle özdeşleştirmediği kısımları demektir. Kısacası gölge, bilinmeyen ve/veya entegre edilmemiş/etmediğimiz kısımlarımızdır diyebiliriz.
Birey, kendi benliğinin/kişiliğinin kabul edilemez olarak gördüğü kısımlarını görmezden gelme eğilimde olduğu ya da reddettiği için ‘gölgeler’ genellikle negatif karakterlidir fakat görünüşte pozitif karakterli olan kısımlarımız da kişinin ‘gölge’ taraflarında saklı olarak kalabilmektedir.
‘Gölge’ içimizdeki tüm sırlarımızın, bastırılmış duygularımızın, ilkel dürtülerimizin, kabul edilemez olarak gördüğümüz ve farkındalığımızdan uzaklaştırdığımız ya da henüz farkına varamadığımız kısımlarımızın yer aldığı alan olarak tanımlanabilir.
Herkesin bir gölge/karanlık tarafı vardır ve bu kısım, kişinin bilinçli yaşamında ne kadar az entegre edilirse, bir o kadar karanlık ve yoğun hale gelir.
Carl Jung
Kişisel gölgemiz, reddedilmiş/entegre edilmemiş öz’ümüzdür diyebiliriz. Bu öz, içsel pozitif karakteristik özelliklerimizi de içeren ve artık bize ait olmadığını iddia ettiğimiz (bilinçli ve/veya bilinçsiz) kısımlarımızı temsil eder. Kişiliğimizdeki bu incelenmemiş ve entegre edilmemiş parçalarımız içimizde gizlenmektedir/bulunmaktadır.
Gölge kısımlarımızı ne kadar görmezden gelirsek, reddedersek ve dışlamaya çalışırsak çalışalım, onlardan kurtulamayız. Baskıladığımız ve/veya bilincinde olmadığımız her şey bilinçaltımızın bir parçası olur. Bilinçaltını ise kendi içimizde bilincinde olmadığımız her şey olarak özetleyebiliriz.
Farkına varmadığımız bir şeyi düzeltemeyiz ya da yok edemeyiz. Gölgelerin, yaşamımızın kontrolünü ele almasına izin verdiğimizde ise zihinsel, duygusal, ruhsal ve hatta fiziksel sorunlar ortaya çıkmaya başlar.
Kendi gölgelerimizi keşfetmenin ve bu gölgelerin hayatımızı olumsuz olarak etkilemesinin önüne geçen bir yol vardır: Gölge çalışması..
Gölge çalışması nedir?
Gölge çalışması, karanlık taraflarımızdaki gizli güçlerimizi açığa çıkarıp ışığa kavuşturan kişisel gelişim ve bütünleşme çalışmasıdır. Gölge çalışması, içsel karanlığımızı ve gölge kişiliğimizi keşfetme sürecidir. Gölge kişiliğimiz, bilinçaltımızın bir parçasıdır ve düşünmekten ve hissetmekten korktuğumuz/utandığımız her şeyi (çoğu dürtü, baskılanmış düşünceler ve fikirler, arzular, duygular, korkular..) içermektedir. Gölge çalışması; kendi içimizde gizlediğimiz, keşfedemediğimiz, kabul etmediğimiz her şeyi ortaya çıkarma girişimidir.
Gölge çalışmasının amacı içsel alanımızı keşfetmek, gölgelerin içinde gizli kalan güçlerimizi, yeteneklerimizi ortaya çıkarmak ve içimizdeki altın madenini bulmaktır. Bu yolla hem gerçekte kim olduğumuzu daha iyi anlarız hem de daha bütünleşmiş bir hale geliriz.
Gölge çalışması ile içimizdeki yaralarla, korkularla, öfkelerle vb. yüzleşiriz ve nasıl daha bütünleşmiş şekilde yaşayacağımızı öğreniriz.
Giriş ve gölge başlıklarında da belirttiğimiz gibi ‘gölge çalışması’nda geçen ‘gölgeler’ karanlık tarafımızdaki açığa çıkmamış parçalarımızdır. Bu parçalar pozitif karakterli olabileceği gibi negatif karakterli de olabilir. Gölgelerimiz; kendimizden ayırdığımız, baskıladığımız, inkar ettiğimiz, yüzleşmekten korktuğumuz, kendi varlığımıza entegre etmediğimiz parçalarımızdır.
İnsanın psişik alanını açıklamak zorlu bir araştırma konusu olduğu için burada aktarılacak bilgilerin, ana başlıkları oluşturduğu unutulmamalıdır.
Son olarak şunu söylemek gerekir ki insan, kendi sınırları dahilinde ulaşabileceği en yüksek bütünlük seviyesine gelmedikçe tabi ki bilinmeyen ve gölge kısımları her zaman olacaktır fakat gölgeler, bilinçli taraflarımızı çok fazla örtmeye başlarsa, bu sefer işler rayından çıkmaya başlayacaktır. Belirli bir karanlık tarafımızın olması ve bazı parçalarımızı karanlıkta bırakmamızda sıkıntı yoktur fakat karanlıkta bıraktığımız taraflarımız arttıkça ve bu karanlık yükler bizi iyice yavaşlatmaya ve gerçekte kim olduğumuzu engellemeye başladığında, bu karanlık taraflarımızı yeniden gözden geçirmenin vakti gelmiş demektir.
Kendi gölgelerimin nasıl farkına varabilirim?
İlerleyen başlıklarda daha detaylı şekilde bu konudan bahsedeceğim fakat ilk etapta yüzeysel şekilde açıklamak gerekirse, kendi gölgelerimizin farkına varabilmemiz için diğer insanlara neler yansıttığımızı gözlemleyebiliriz.
Kendi içimizde inkar ettiğimiz bir kişisel özelliğimizi, bir başkasında çok kolay şekilde görme eğilimine giriyorsak, kuvvetle muhtemel kendi gölgemizi karşı tarafa yansıtıyor olabiliriz. Başkasının belirli bir karakteristik özelliği sizi aşırı rahatsız ediyorsa ve bu durum sizde aşırı bir reaksiyona neden oluyorsa, kendi gölgenizle yüzleşiyor olabilirsiniz.
Benzer şekilde bir başkasında aşırı hayranlık duyduğumuz karakteristik özellikleri de incelemekte fayda var çünkü bu pozitif karakterli özellikler bizim altın gölgelerimiz olabilir. Nasıl ki negatif olarak tanımlanabilecek karakteristik özelliklerimiz gölgelerimizin bir parçasıysa ve bunu gözden kaçırabiliyorsak, bu durum pozitif karakteristik özelliklerimiz için de geçerlidir.
Gölgelerimizi keşfetmenin diğer bir yolu da bilinçsiz davranışlarımızı gözlemlemektir. Gölgelerimizi ne kadar baskılamış ya da bilinçaltına atmış olursak olalım, gölgelerimiz bizim kontrolümüz dışında yüzeye çıkma eğilimde olacaktır ve bu durum davranışlarımıza, sözlerimize ve ruh halimize de yansıyacaktır. Örnek verecek olursak; belirli bir kararsızlık ya da çözümlenmemiş stres durumunda bilinçsiz olarak tırnak yeme alışkanlığı, gölgelerden gelen bir davranış bozukluğunu göz önüne seriyor olabilir. Kendimizi, istemediğimiz ilişkilerin içinde bulmamız ve her ne kadar bu ilişkilerin bizim için uygun olmadığını görüyor olsak da bu durumdan çıkamamamız da bazı gölgeleri işaret eden semptomlardır. Bağımlılıklar, aşırı yeme ve içme gibi kendi kontrolümüz dışındaki tüm davranışları da bu kategoriye ekleyebiliriz. Ayrıca rüyalarımızı analiz etmemiz de bilinçaltımızla alakalı önemli ipuçları verecektir. Özet olarak, istemsiz şekilde bir davranış kalıbını sürekli olarak tekrar ediyorsak, bu durum gölgelerimizin kendi bilinç dümenimize geçtiğinin bir işaretidir.
Burada bir hatırlatma yapmak istiyorum. Gölge farkındalığı ve gölge çalışması çok derin bir konu olduğu için burada yazıyor olduğum şeyler ana başlıkları aktaracak ve belirli bir gölge farkındalığına gelmemizi sağlayacaktır. Konunun detaylarına girince tabi ki daha derinlikli analizler yapılması gerekir. Bir diğer başlığa geçmeden önce şunu da göz ardı etmememiz gerekir ki, karşımıza çıkan bütün gölgeler bize ait olmayabilir. Bunu şu şekilde kategorize edersek daha iyi anlaşılacağını düşünüyorum:
1-) Kişinin herkesten bağımsız kendi gölgeleri vardır.
2-) Başkaları da sizden bağımsız gölgelere sahiptir.
3-) Bir başkası senin gölgeni tetikleyebilir.
4-) Sen, karşı tarafın gölgesini tetikleyebilirsin. Bu durum illa ki karşı taraftaki kişinin gölgesinin kendi gölgemizi yansıtıyor olduğunu göstermeyebilir. Bir başkasında görüyor olduğumuz pozitif ve/veya negatif karakteristik özelliklerin kendi gölgelerimizle alakalı olup olmadığını fark edebilmemiz için çok dikkatli şekilde kendimizi inceleyip, kişisel farkındalığımızı yüksek tutmamız gerekecektir.
5-) Çok boyutlu bir evrende yaşadığımızı ve 3 boyutlu bir matriksin içinde insan deneyiminde yaşıyor olduğumuzu hatırlarsak, devreye başka metafizik unsurlar da girebilmektedir fakat bunlarla alakalı bir şeyler yazıp aklınızı karıştırmayacağım. Sadece olasılık olarak bunun da farkında olalım ve ilgilenen dostlarımızı kendi araştırmalarına davet edelim..
Neden gölgelerimi öğrenmeliyim ve açığa çıkarmalıyım?
Antik Yunanlılar, psişik alanımızdaki bütün parçalarımızın onurlandırılması gerektiğinin farkına varmışlar ve bu parçalarımızı özerk bir tanrı ve tanrıça olarak görmüşlerdir.
Yunanlılar, içimizdeki görmezden geldiğimiz tanrı ve tanrıçaların bizim karşımıza çıkıp bizi yok edeceklerini biliyorlardı. İçimizde reddettiğimiz herhangi bir parçamız dönüp dolaşıp bizim karşımıza çıkar. Kişisel gölgelerimiz, içimizde reddettiğimiz ya da bilincinde olmadığımız tüm bu parçaların toplamını temsil eder.
Fakat problem şudur: Gölgeler, biz neler olduğunun bilincinde olmadığımız sürece kendi başlarına hareket ederler. Sanki bilinçaltımız varlığımızın kontrolünü ele geçirip, bilinçli varlığımız otopilota bağlamış gibidir. Bunun sonucunda şunlar olur:
1-) Yapmak istemediğimiz şeyleri yaparız ve daha sonra bunlardan pişmanlık duyarız.
2-) Normalde söylemeyeceğimiz şeyleri söyleriz.
3-) Bilinçli şekilde hissetmediğimiz duyguları, davranışlarımızla hissediyor gibi gösteririz. Sinirliysek gülümseriz, kızgınsak hiçbir şey olmamış gibi devam ederiz vb.
4-) Yakın olduğumuz insanlara bilinçsiz olarak negatif enerji göndeririz.
5-) Kendimizi kapana kısılmış gibi hissederiz (benzer yaşam deneyimleri ve benzer davranış kalıpları).
Gölgelerimizin bilincinde olmamamız ilişkilerimizden, iş yaşamımıza hayatımızın çoğu alanını negatif şekilde etkiler.
Ayrıca her bir gölgenin öz’ü belirli bir idrak, güç ve enerjinin kaynağıdır fakat bu gölgeler belirli bir süre bilinçaltında kaldıklarında katılaşırlar ve istemediğimiz bir hale gelirler ve bu katılaşmış enerji parçacıkları ise çakraların düzgün çalışmasını engelleyen en önemli unsurlardır. Örneğin; içimizde biriken öfke, keder, ağır duygusal enerjiler, söylenmemiş sözler ve kapanmamış yaralar gibi.. Tüm bu enerjileri salıverdiğimizde ve kendimizdeki belirli karakteristik özellikleri, kişisel farkındalıkla incelediğimizde hayatımız daha olumlu bir momentumu yakalamaya başlar.
Gölge çalışması süreci, genellikle derin duygularımızın güvenli şekilde keşfedilmesini kapsar. Her bir duygu, içsel enerji alanının genişlemesini sağlayan bir kapı gibidir.
Öfke, sınır koyabilme yeteneğimizi ortaya çıkarır ve bize ne zaman ‘Evet’ ne zaman ‘Hayır’ diyebileceğimizi öğretir. Bu durum, sağlıksız durumların ve ilişkilerin içerisine hapsolmamızı engeller.
Üzüntü, başkalarıyla olan bağlarımızı derinleştirir, empati yeteneğimizi güçlendirir, kırılganlığımızı ve sevgi dolu bir ilişki özlemimizi ortaya çıkarır.
Korku; cesaretimizi tetikler, belirli bir durumdan uzaklaşmamızı sağlar ve bu durumu objektif şekilde değerlendirmemize yardımcı olur. Korku, paranoyaklığa dönüşmediği sürece çok iyi bir yol gösterici olarak kullanılabilir.
Sevinç/neşe/haz/keyif; hayallerimizi yaşamamız için bize ilham olur, ne zaman yolumuzu kaybetsek bize cesaret verir, yolumuzu bulmamıza yardımcı olur ve derinlerde, hayatımızın bir anlamı olduğunu bize hatırlatır.
B) Gölgelerin Oluşumu
Gölge kişiliğin kökeni
İsviçreli psikolog Carl Jung şu soruyu cevaplamaya çalışmıştır: ‘Görünürde iyi olan insanlar neden kötü şeyler yaparlar?’
Jung, kendi sorusuna cevap olarak gölge kişilik/karanlık taraf (bilinçli farkındalığımızdan saklanan ve metaforik olarak karanlık olarak görülen parçamız) teorisini/formülünü ortaya çıkarır.
Jung’ın gölge modeli, insan bilinçaltından ortaya çıkmıştır.
Herkesin bir gölge/karanlık tarafı vardır ve bu kısım, kişinin bilinçli yaşamında ne kadar az entegre edilirse, bir o kadar karanlık ve yoğun bir hale gelir. Eğer görünürde aşağı/karanlık olarak gördüğümüz parçamız bilinçli ise kişinin onu düzeltmek için her zaman bir şansı vardır fakat bu parçamız baskılanır ve bilincimizden dışlanırsa, hiçbir zaman düzeltilemez.
Carl Jung, Psikoloji ve Din
Gölge kişiliğin oluşumuna geçmeden önce persona/kişilik (maske) ve gölge kişiliğin ne olduğunu tanımlayalım:
Persona/Kişilik (maske) ve gölge benlik
İronik olarak ‘kişilik’ (personality) terimi, maske anlamındaki persona (her gün giydiğimiz sosyal maskelerimizi, gerçek benliğimizle karıştırma eğilimini yansıtır) kökünden gelir.
Ian Morgan Cron
Persona; dünya tarafından nasıl görünmek ve kim olarak algılanmak istediğimizi tanımlar. Kişilik (personality), maske anlamındaki persona kökünden gelir. Persona: Kişi, karakter, insan anlamındadır ve Latince’de maske anlamına gelir ve farklı insanların ve durumların karşısında taktığımız tüm farklı sosyal maskelerimizi temsil eder.
Gölge benlik ise bilinçsiz zihnin bir parçasını oluşturan bir arketiptir ve bastırılmış fikirlerden, içgüdülerden, dürtülerden, zayıflıklardan, arzulardan, sapkınlıklardan oluşur. Bu arketip, genel olarak ruhumuzun karanlık tarafını tanımlar ve kaosu, bilinmeyeni ve çılgınlığı temsil eder. Herkesin bir gölge benliği vardır ve gölge benliğin içindeki enerji, doğru kullanıldığı taktirde çok güçlü bir yaratıcı enerji kaynağıdır.
Persona, dünyayla ve başkalarıyla olan ilişkimizde giydiğimiz maskedir ve sosyalleşme, toplumsal beklentiler, kişinin dünyevi deneyimleri ve bireyin doğal eğilimleri ve öz nitelikleri vasıtasıyla yaratılır. Persona; kendimizi ideal şekilde nasıl görmek istediğimiz, dünyanın bizi nasıl görmesini istediğimiz ve de dünyanın bizi nasıl gördüğü ve dünyanın bizi nasıl görmek istediği unsurlarını birleştirir. Persona, sosyal kimliğimizi tanımlar, dünyada ve kendi yaşamımızda oynadığımız rollerle olan ilişkilerimizle ve nasıl görünmek istediğimizle inşa edilir. Persona, toplum tarafından kabul edilebilir ve sosyal olarak görünebilir olabilmemiz için taktığımız yüzdür ve bu yüzün gerçekte olduğumuz kişi yada gerçek yüzümüz olması gerekliliği yoktur. Aslında bu yüz, gerçekte kim olmak istediğimiz ve başkalarına ve özellikle de kendimize nasıl görünmek istediğimiz yüzümüzdür.
David Schoen, War of Gods in Addiction
Gölgelerin oluşumu
Gölgeler, çocukluk çağı itibariyle:
a) Doğal ego gelişiminin bir sonucu olarak ve
b) Şartlanma ve sosyalleşme vasıtasıyla oluşur.
Hepimiz saf bir şekilde doğarız fakat çocukluk çağımızın belirli bir noktasından sonra toplum bize bazı davranışların, duygusal kalıpların, cinsel arzuların, yaşam tercihlerinin vb. uygun olmadığını öğretir ve/veya dikte ettirir. Çocukları düşünecek olursak her çocuk sevgiyi, paylaşımı, iyiliği vb. kolaylıkla öğrendiği gibi ayrıca öfkeyi, bencilliği, hırsı vb. de kolaylıkla öğrenir.
Gelişim çağımızın başlamasıyla ve ailesel ve toplumsal koşullar, arkadaş çevresi ve kendi tercihlerimizle beraber, yaşamdaki ‘olgu’ları iyi ve kötü olarak ayırmayı öğreniriz ve belli başlı karakteristik özellikleri benimseriz ve bazılarını da reddederiz. Bilgi ağacındaki yasak elmayı yemeye başladığımız an, gölgelerimiz oluşmaya başlar ve kendimizi birçok parçaya ayırmaya başlarız.
Daha da ötesi, kültürel sosyalleşme sürecimiz içerisinde toplum tarafından kabul edilen kişisel özellikleri (Persona) ve kabul edilmeyenleri (Gölge) kendi içinde de ayırmaya başlarız. Bu kısım, kişilik ve gölgenin el ele gitmeye ve yavaştan birbirlerinden ayrılmaya (teorik) başladığı yerdir. Persona, dünyaya göstermeyi sevdiğimiz yüzümüz iken Gölge ise dünyadan sakladığımız yüzümüzdür.
Biz insanlar sosyal varlıklarız ve gelişim dönemimizdeki düşük farkındalığın da getirdiği büyük bir etkiyle ve doğal insani ihtiyaçlarımızın (fizyolojik ihtiyaçlar, güvenlik, ait olma ihtiyacı gibi) olmasıyla beraber, çevremize ‘uyum sağlama’ zorunluluğu hissederiz. Bu uyum ve onun getirdiği toplumsal olarak kabul edilen Persona; lanetlenen, baskılanan ‘Gölge’lerin doğumuna yol açar.
Uygar bir bilinç olarak adlandırdığımız ortalama bilincimiz, kademeli olarak kendisini doğal öz’ünden ayırmaya başlar. Bu öz/sezgi/içgüdü hiçbir zaman kaybolmaz ve kendi bölünmüşlüğümüzün derecesi ölçüsünde bilincimizden ayrılır ve kendisini dolaylı yollarla ortaya çıkarır: Fiziksel semptomlar, sinir hastalıkları, çeşitli sorunlar, anlaşılamayan duygu durum değişimleri, beklenmedik unutkanlıklar, iletişim sorunları vb.. Modern insan, kendi bölünmüşlük durumunu ve egosunu koruma eğilimindedir. Kişi, kendi hayatının ve davranışlarının belirli bir bölümünü saklar, ayrı bir çekmeceye koyar ve bu bölümler ayrı kaldıkları sürece birbirleriyle yüzleşmezler.
Carl Jung
.. Fakat, ego kişiliğimizi geliştirdikçe aynı anda başka bir şey de yapmış oluyoruz. Orijinal potansiyelimizde bulunan ve geliştirmemiş olduğumuz tüm diğer parçalara ne olmaktadır? Tabi ki sadece yok olmazlar, ya potansiyel olarak kalırlar ya da kısmen gelişirler. Reddedilen tüm parçalarımız, uyanık egoya alternatif olarak bilinçaltında yaşarlar. Bu yüzden, özellikle tanımlanmış bir ego kişiliğinin yaratılma eylemi, aynı anda bilinçaltında onun zıddını yaratmaktadır. Bu, gölgedir. Herkesin gölgesi vardır.
Steve Price and David Haynes
Toplum belli kurallar altında işlemektedir yani bir diğer deyişle bazı davranışlar ve karakteristik özellikler onaylanır, bazıları onaylanmaz. Öfkeyi örnek olarak ele alalım. Öfke, büyüme zamanlarında genellikle aile ve toplum tarafından baskılanan duygularımızdan bir tanesidir. Bu baskılanma sonucunda, birçok kişi öfkenin dışa vurulmasının yanlış olduğu bilinciyle yetişmiştir. Tabi ki insanların birbirlerini öldürmelerine, yakıp yıkmalarına izin verilmemesi gerekir fakat öfkenin sağlıklı yollarla dışa vurulmasının öğretilmesi gerekirken, genellikle duygusal ve fiziksel olarak cezalandırılma tercih edilmiştir ve bu durum da ufak bir gölge oluşumuna örnek olarak gösterilebilir.
Toplum ve/veya bizim tarafımızdan reddedilen/baskılanan sayısız davranış, duygu ve düşünce kalıpları vardır. Uyum sağlayabilmemiz, kabul edilmemiz, onaylanmamız, sevilmemiz için belirli şekillerde davranmayı öğrenmişizdir. Bu davranışların dışına çıktığımızda ise yargılanmış, cezalandırılmış, kınanmış ve tüm bunların sonucunda ise tatsız duygular deneyimlemişizdir. Bu tatsız duygulardan kaçmanın ve zihinsel, duygusal ve fiziksel olarak hayatta kalmanın yolu da dışsal dünyaya adapte olmaktır yani maske takmak, kişilik (persona) geliştirmektir.
Bu adaptasyon ve maske takmanın sonucunda ise tüm kabul edilmeyen ve onaylanmayan parçalarımız, bilinçaltını oluşturlar ve gölgelerin içinde hapsolup kalırlar. Tüm bu sıkışmış enerji parçaları da çakraların doğal şekilde çalışmasını engellemektedir.
Bu istenmeyen/yüzleşilmemiş/keşfedilmemiş/bilincinde olmadığımız/baskıladığımız parçalarımız Carl Jung’ın ‘kişisel gölge’ olarak adlandırdığı şeyi oluşturur.
C) Gölgelerin Yol Açtığı Problemler
Gölgelerin reddedilmesi/baskılanması
Gölge çalışması ihmal edildiğinde; ruh kendini kurumuş, kırılgan ve boş bir kabuk gibi hisseder.
Steve Wolf
Gölge/karanlık, tüm ego kişiliğine meydan okuyan manevi bir problemdir ve kayda değer ahlaki bir çaba sarfetmedikçe, hiç kimse gölgelerin bilincine varamaz. Gölgelerin bilincine varmak, şimdi ve gerçek olan kişiliğin karanlık yönlerinin farkına varılmasını kapsar. Bu eylem, her türlü kişisel bilginin (kendini bilmenin) temel şartıdır.
Carl Jung
Medeni olabilme sürecinin, toplumun ideal yapısına uymamız için bizden bazı parçalarımızı/yönlerimizi baskılamamızı istemesi anlaşılabilir bir durumdur fakat bu durum, kendi özümüzden aşırı derecede kopmamıza neden olmuş ise bize aşırıya mal olmuş demektir. Saf ve bütün bir şekilde doğarız fakat yavaş yavaş parçalanmış yaşamlar yaşamayı öğreniriz, insani doğamızın bazı parçalarını kabul ederiz lakin diğer parçalarımızı reddeder, baskılar ve görmezden geliriz.
Gölgelerimizi, bilinçli ya da bilinçsiz olarak reddetmemiz, inkar etmemiz, baskılamamız çok tehlikelidir. Temel olarak, negatif özelliklerimizi ve duygularımızı bastırmamız, kişinin kendini sevme ve özgün şekilde yaşama yolculuğunda ve zihinsel/duygusal ve ruhsal iyileşmesinin önündeki en önemli engeldir. Eğer kendinizde keşfetmeye korktuğunuz yönleriniz varsa, hangi şekilde kendinizi tüm kalbinizle ve tamamen kabul edebilirsiniz ki?
Gölge kişilik ya da gölgeler; varoluşsal olarak bilinmeyi, anlaşılmayı, keşfedilmeyi, entegre edilmeyi ve bilinçaltından bilincimize çıkarılmayı arzularlar. Gölgeler, bilinçaltı hapishanemizde ne kadar kilitli ve gömülü kalmışlarsa, bir o kadar kendi varlıklarını size hatırlatma fırsatı arayacaklardır.
Gölgelerin yol açtığı sorunlara ve semptomlara geçmeden önce şunu söylemem gerekir ki, gölge çalışmasını sadece psikolojinin bir dalı olarak görmemeliyiz. Çoğu gerçek şamanik, spiritüel ve ezoterik öğretinin ve inisiyasyonun temelinde ruhsal ölüm (kendi karanlığımızın en dibine inmek) vasıtasıyla yeniden doğmak ve kendimizi iyileştirme deneyimini yaşamak geçmektedir.
Bilinçaltındaki gölgelerimizin farkında olmamamız büyük bir problemdir ve kişi psikolojik olarak kendisini tüm o davranışlardan, duygulardan ve düşüncelerden uzaklaştırma eğilimindedir. Zihin kendimizde hoşuna gitmediğimiz şeylerle yüzleşmek yerine, o şeyler yokmuş gibi davranır. Bunun sonucunda da bazı problemler ve semptomlar ortaya çıkmaya başlar..
Din’lerin ve yeni nesil spiritüalizmin ‘Gölge’lerin baskılanmasına etkisi
Toplumun, kabul edilebilir ya da kabul edilemez davranışlar, duygular vb. algısının yanında, gölge kişiliğin baskılanmasına etkisi olan en önemli etken, sürekli olarak ‘iyi hissedilmesi’ gerektiğini aşılayan ve negatif taraflarımızla yüzleşmemizi pas geçen öğretilerdir.
Burada minik bir hatırlatma yapmak istiyorum. Dinleri ya da bazı yeni nesil öğretileri suçlama eğiliminde değilim. Sadece, dinlerin ve yeni nesil öğretilerin yanlış algılanması ve uygulanmasını vurgulamaktayım çünkü anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az.. Ben de hayatımın belirli dönemlerimde hiç okumadığım bazı kitapların ve öğretilerin, insanlar tarafından yozlaştırılmış şekilde algılandığını ve uygulandığını gördüğümde, o öğretileri hiç okumamış olmama rağmen tamamen önyargılı şekilde onların yanlış oldukları kanaatine varmıştım. Bununla yetinmemiş, sürekli olarak pozitiflik aşılayan ve hayatın pozitif taraflarına odaklanan tüm öğretilerin ise tamamen doğru öğretiler olduğunu düşünmüştüm.
Sevgi ve ışığa ya da hayatın sadece pozitif taraflarına odaklanmanın yanlış olan bir tarafı yoktur fakat hayatın ve varlığımızın negatif ya da karanlık olarak adlandırabileceğimiz taraflarını göz ardı edip, sadece ‘sevgi ve ışığa’ odaklanmak, en derin yaralarımızı iyileştirmediği gibi karanlık taraflarımızın daha çok baskılanmasına neden olmaktadır. Bu hataya belirli bir süre bende düştüm..
Anlaşıldığı üzere ‘ışık’ olarak adlandırılan enerjiler sevgi, aşk, neşe, uyum ve merhamet gibi asil değerleri simgeler. Çoğu ruhsal ve dini hareket ise öfke, utanç, korku, kıskançlık ve şehvet gibi negatif elementleri kınar, yargılar ya da tamamen göz ardı eder. Tüm bu karanlık karakteristik özellikler negatiflikle ya da kötülük/şeytan la özdeşleştirildiği için korku sebebiyle varlığımızdan ya uzak tutulur ya da derinlerimize gömülür fakat bu çok büyük yanlışın, korkunç sonuçları vardır.
Karanlığımızı ne kadar çok engeller ve baskılarsak, gölgeler bir o kadar içimizde büyür ve hiç beklenmedik bir anda patlamaya hazır bir volkan gibi içimizde birikir.
Burada düşülen hata şudur: İnsanlara ne şekilde davranmaları gerektiğini söylerken ya da öğretirken, onlara kendi varlıklarıyla nasıl yüzleşmeleri gerektiğine dair pek az fikir verilmektedir.
Öğrenilmesi ya da farkına varılması gereken şey his/sezgi/duygu ve davranış/eylem arasındaki farkı iyi kavramaktır. Negatif olarak algılanabilecek his/sezgi/duyguları hissetmekte ya da yaşamakta bir sorun yoktur ve bunlar hayatın olmazsa olmaz parçalarıdır. Fakat, negatif hislerimizin/duygularımızın/düşüncelerimizin olması, davranış ve eylemlerimizde yıkıcı şeyler yapmamızı gerektirmez. Çoğu dini ve yeni nesil öğretinin algılanmasında düşülen hata, his/sezgi/duyguların ne şekilde deneyimlenmesi gerektiğini göz ardı edip baskılamak ve sadece davranışlara odaklanarak, insanlara ne şekilde yaşayıp, davranmaları gerektiğini öğretmektir. Büyük bir varoluşsal hata ve delilik! Dünyaya ve çevremize bakarsak sonuçlarını gayet iyi görebiliriz.
Gölgelerin yol açtığı problemler
1-) Gölgelerin varlığını fark edememek
Kendi karanlığını bilmek, başkalarının karanlığıyla yüzleşmenin en iyi yoludur.
Carl Jung
Hayatımızdaki tüm diğer problemlerde olduğu gibi problemlerin ve gölgelerin varlığını fark edemiyorsak ya da fark etmekte hatalar yapıyorsak, gölgelerle alakalı bariz şekilde bir problemimiz var demektir.
Gölgelerimizi/karanlığımızı, kanser hücresi olarak betimlersek; kanser hücreleri iyi huylu da olabilir kötü huylu da olabilir. Bu hücreler kansere yol açabilir de açmayabilir de. Eğer bu hücreler kansere yol açıyorsa, kesinlikle büyük bir problemimiz var demektir.
Peki gölgelerimizle alakalı problemlerimizin olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Birincisi, tabiki de gölgelerle alakalı belirli bir farkındalığımızın olması gerekir ve ikincisi de, problemlerimizin olup olmadığını görebilmemiz için sürekli olarak kendimizi gözlemleyip kontrol etmemiz gerekir. Eğer bunları yapmamışsak, bir an gelir ve problemler bizim onları çözebileceğimizden daha büyük bir hale gelmiş olabilir.
İnsanı bir bütün olarak ele alırsak, herhangi bir alanımızdaki bir sorunun farkına varmamamız da benzer sonuçlara yol açabilir. Problem ve/veya problemlerimizin olup olmadığıyla alakalı sürekli bir hataya düşersek ve onların farkına varamazsak, kendimizin ne durumda olduğunu sağlıklı şekilde analiz edemeyiz.
Günümüz dünyasında özellikle de sosyal medya ve teknolojik gelişmenin varlığı sayesinde sürekli olarak dikkatimizin dağılması çok kolay hale gelmiştir. Bu platformlar, görünürde sürekli olarak bizi eğlendiriyor gibi görünse de, bir o kadar da vaktimizi, enerjimizi ve gerçekte yapmak istediğimiz şeylere odaklanma irademizi çalmaktadır. Gölgelerimizin farkındasızlığından ve yaşam amacımızdan kopukluğumuzu bir kenara koyarsak, sürekli olarak benzer dikkat dağınıklıklarına ve yanlış tercihlerimize devam etmemiz, gerçekte kim olduğumuz konusunda daha çok bilinçsiz olmamıza yol açar.
Tüm bu sorunların farkına varabilmemiz ve bu sorunlarla baş edebilmemiz için gölgelerimizin farkına varıp onları öğrenmemiz hayati önem taşır. Ancak ve ancak bu şekilde şu an hayatımızda gerçekten neler olduğunun ve neden şu anki durumumuzun içinde olduğumuzu anlayabiliriz.
Başlamak bitirmenin yarısıdır deyişi gibi bir şeyin farkına varmamız onun çözümü için yapılması gereken ilk ve en önemli adımdır.
2-) Gerçeklikler arasındaki bölünmenin getirdiği kopukluklar
Gölgelerin farkına varmaya başlamamız, bir adım öteye gitmeye başladığımızın bir işaretidir. Şimdi, hayatımızdaki en önemli problemlerden birini daha görebiliriz: Şu anda gerçekleşen gerçekliğimizden ya kopuğuzdur ya çok az bağlantılıyızdır ya da sürekli olarak kopma eğilimindeyizdir. Sosyal medya, akıllı telefonlar ve sürekli indirip sildiğimiz uygulamaları ve onlara harcadığımız zamanı düşünecek olursak ‘kopukluk’ kavramına ne kadar aşina olduğumuzu görebiliriz.
Bunu yaşamımız, duygularımız, düşüncelerimiz vb. için de gözlemleyebiliriz. Üzgünken, mutlu görünmeye çalışırız, aklımızda bir düşünce varken başka bir şey söyleriz, spor yapmak istiyoruzdur fakat kendimizi alkole veririz, yapmamız gereken işler varken sosyal medyada ya da başka yerlerle vakit harcarız ve bunun gibi sayılabilecek onlarcası..
İnsan; belirli bir yaşam amacıyla, özgür iradeyle ve sonsuz ruhsal enerjisiyle bağlantı kurabilme yeteneğiyle doğmuştur fakat çocukluktan bu güne kadarki tüm durumları, şartlanmışlıkları ve bilinçsizlikleri vb. düşünecek olursak, içindeki bu güçle olan bağlantıyı unutmuştur ve bu bağlantıdan büyük bir oranda kopmuştur. Hatta ifademizi bir tık öteye götürelim ve insan, içinde böyle bir gücün varlığından bile habersiz yaşamaktadır. Hatta ve hatta, insan kendi içindeki bu gücün varlığından habersiz olduğunu bilmekten bile kopuktur.
Son cümleyi bir anımla taçlandırmak istiyorum. Bir gün dershanede matematik dersindeyiz ve ilk defa türev, limit, integral konularını işliyoruz. Ben sınıfın en zekilerden olmama rağmen ben bile ilk seferinde öğrenmeyi geçtim, hocayı takip etmekte bile zorluk yaşıyordum. Bir gün en conta yakan zorluğun olduğu bir derste (hiç unutmam 100 birim dikkatim varsa 150 siyle güç takip ettiğin bir gün) sınıftan bir arkadaşımız konunun ortasında tamamen koptu ve birkaç dk böyle gitti. Hoca, arkadaşın not tutmadığını görünce, ‘neden not tutmuyorsun?’ dedi. Bizim çocuk ta, ‘hocam anlamadım’ dedi, hoca ise neyi anlamadığını sordu ve arkadaşımız en sonunda şunu söyledi: ‘Valla neyi anlamadığımı da anlamadım!
Bazen hepimiz kendi gücümüzü ve kontrolümüzü ele almamızı sağlayacak yeteneklerimizin ve araçlarımızın olduğu gerçeğini tamamen kör edecek seçimler yaparız. Belirli bir gölge farkındalığına geldiğimizi düşünecek olursak, gerçeklikten kopuk olduğumuzun farkında bile olmadığımızın yavaş yavaş farkına varmış olmalıyız.
Hepimiz gerçeklikten kopuğuz ve bunun farkında bile değiliz. Problem, gölgelerin varlığından kaynaklanmaktadır ve bu gölgeler, yaşamımızda bağlantıyı kopardığımız duyguların, algıların, kavramların vb. basit bir yansımasından başka bir şey değildir.
Kendi şartlanmışlıklarımız ve toplumun bizim için koyduğu standartları takip etmemiz yüzünden, farkında bile olmadan kendi özümüzle olan bağlantıyı koparırız ve yaşam sürekli devam ettiği için de sürekli olarak yeni gölgeler biriktiririz ve bilinçli olmadığımız sürece ise kendi doğamızdan kopmak dışında pek bir şey yapamayız.
Kendi hayatlarımızı objektif şekilde incelersek kendi doğamızdan, gerçek isteklerimizden ve duygularımızdan ne kadar kopuk olduğumuzu görebiliriz. Bir şey isteriz ve başka bir şey yaparız, bir şey hissederiz ve başka bir şekilde kendimizi dışa vururuz ve/veya bir tercih yaparız fakat bu tercihin bizim kendi isteğimizle hiçbir alakası yoktur ve daha sonra büyük pişmanlıklar yaşarız. Tabi ki tüm bu söylenilenleri insan deneyimini ve hatalarını kınamak için söylemiyorum, hepimiz insanız ve hata yapa yapa öğreniyoruz fakat gölgeler, bilinçli varlığımızı çok fazla örtmeye başladığında, problemler ortaya çıkmaya başlayacaktır.
Gölgelerimizi bilinçaltına atmamız demek, bu gölgelerin hayatımızı tamamen ele geçirdikleri anlamına gelmez. Bilinçaltımızda çözümlenmemiş, işlenmemiş ve farkında olmadığımız olgularımızın olması, bizim tamamen bilinçsiz olduğumuzu da göstermez. Tabi ki bilinçli olduğumuz anlar -kişinin farkındalık seviyesine göre değişmekle beraber- vardır fakat anlık da olsa bilinçaltı gölgelerimiz bazen kontrolü ele geçirmektedir ve işte bu sebepten ötürü gerçekte olmakta olan ve gerçekte olmasını istediğimiz şeyleri ayırt etmekten uzaklaştığımız, gerçeklikler arasındaki bölünmenin getirdiği kopukluklar olarak tanımlayabileceğimiz absürt, anlamsız deneyimleri yaşarız.
3-) Kendimiz/diğerleri/toplum/yaşam üzerine yargılar oluşturmak
Gölgeler ve toplumun sonu gelmez dinamiklerinin neticesinde sürekli kopuk ve belirsiz/kararsız olmamız yüzünden, bilinçli benliğimiz karmaşa ve kafa karışıklığı altında kalır.
Fikirlerin geniş okyanusunun içinde kendi aracının (fiziksel, zihinsel, duygusal, ruhsal) kontrolünü ele alamayan kişi, yukarıda bahsedilen dinamikler tarafından ele geçirilir ve kendisi, diğerleri, toplum ve yaşam hakkında önceden oluşturulmuş yargılara sahip olur ve/veya yenilerini yaratır.
Bağlandığımız düşünceler ve inançlar, inanç kalıplarımızı ve inanç kalıplarımız ise programlanmış zihnimizi oluşturur.
Gölgelerin varlığı; hayatı algılayışımızı, yaşamın nasıl olması gerektiğine dair fikirlerimizi ve genel algımızı etkilemektedir.
Bastırılmış cinselliği olan kişilerin, kadınlara ve cinselliğe olan ön yargılarını örnek olarak alabiliriz. Ya da yaşam hakkında belirli tabusal görüşlere sahip olan insanların, yeni görüşlere olan önyargılı tutumlarını düşünebiliriz. Utanç konusunda gölgeleri olan birisinin, girişim ve cesaret gerektiren konulardaki ürkekliğinin hayatını nasıl etkileyeceğini hayal edebiliriz. Para, ün, mal, mülk ve güzellik kavramlarının mutluluk için olmazsa olmaz olduğu önyargısında olan bir insanın, burnunun ucundaki gerçek mutlulukları nasıl göremeyeceğini de örneklere ekleyebiliriz..
Gölgelerimizin bilinçsizce ve karmaşık şekilde büyümesine izin vermemiz, yaşamdaki her türlü olgu hakkında yeni önyargılar oluşturmamıza sebep olur. Bu önyargılar; neyin doğru, neyin yanlış olduğu ve yaşamın nasıl olması gerektiği hakkında önceden oluşturduğumuz fikirler olduğu için mutluluğun sadece bir perspektif ve hayatı algılamanın bir yolu olduğu gerçeğini görmemizi engeller.
Bu gölgelerin farkına varıp onların döngüsünü kırabilmemiz için kişisel farkındalığımızı sürekli yükseltmemiz, meditasyon yapmamız ve kendi enerjilerimize odaklanmamız gerekmektedir.
Eğer sürekli olarak önceden oluşturmuş olduğumuz yargılarımızla ve bilinçsiz gölgelerimizle yaşamaya devam edersek, bu yargıların içerisinde o yargıların gerçek farkındalığına erişemeyiz. Suyun içerisindeki balığın dışarıyı görememesi/algılayamaması gibi havanın içerisindeki insanın da kendi gerçekliğinin ötesini göremeyeceğini anlayabiliriz.
Kişisel bilinçaltının, tüm personaya/kişiliğe olan etkisini göremememiz sonucunda ise sınırlı bir bakış açısına hapsolmuş kalırız.
4-) Gölgelerin gerçeklik deneyimimizi perdelemeleri
Önceki bahsettiğimiz 3 problem en nihayetinde bizi bu başlıktaki probleme getirir. Gölgelerimiz biz farkına varmadan gerçeklik algımızın üzerini örterler. Gölgeler, bilinçaltımız ve önyargılarımız; gerçekliği belirli bir perde ile algılamamıza yol açar ve kendimizi gerçekleştirmemizi ve kendi özümüzü kavramamızı zorlaştırırlar.
Şöyle bir ayrım yaparsak, perde deneyimini daha iyi kavramış oluruz:
a ) Gerçek özümüz: Saf bilinç, ruh, öz, benlik, tanık benlik
b ) Gerçek kişiliğimiz: Şu anki insan deneyiminde gerçekte ne ve kim olduğumuz.. Bilinçaltımız+gölgelerimiz+uyanık bilincimiz
c) Öz kimliğimiz : Kendimizi nasıl algıladığımız ve tanımladığımız
Gerçek özümüzü boş bir bardak olarak düşünelim. İçi boş, saf ve dokunulmamış.. Bilinçli farkındalığımızı su ile tasvir edelim ve bilinçaltını/gölgeleri ise çamur olarak düşünelim. Ayrıca, kendini gerçekleştirmek ise bardağı tamamen saf su ile doldurmak olsun.
Şu yaşımıza kadar yaşadığımız deneyimler bizim bardağımızı belirli bir çamurlu suyla doldurmuş olsun. Tabi ki çamur ve su oranı kişiden kişiye göre değişmektedir.
a ) Gerçek özümüz: Boş bardak. İçinde ne su var ne de çamur var.
b ) Gerçek kişiliğimiz: Çamurlu suyla dolu bardağın tamamı. Çamurlu suyla dolu bardağı, bardağın dışından objektif şekilde gözlemlememiz. Çamur da var, su da var. İkisinin de objektif farkındalığı.
c ) Öz kimliğimiz: Çamurlu suyun içindeki kişi. Bazı çamurların farkında, bazılarının farkında değil.. Doğru tercihler ve kişisel farkındalıkla su seviyesini yükseltiyor ve çamuru damıtıyorken, yanlış tercihlerle beraber çamurları çoğaltıyor.
Şimdi bu bardağı karşımıza alalım ve dışarıdan gözlemleyelim. Her türlü çamur ve su karışımlı bardağın, kendi gerçekliği vardır ve bu gerçeklikte çamur oranı ne kadar az ise ya da çamurlar ne kadar damıtılmış ise kişinin gerçekliği algılayışı daha net ve keskindir.
Şimdi suyun içine girelim ve kendimizi/kendi yaşamımızı, bardağın içindeki çamurlu su olarak görelim. Bardağın içindeki çamur, bizim gerçeklik deneyimimizi perdeleyen örtüdür.
Daha önce de belirttiğimiz gibi gölgeler, kendinin henüz farkına varmamış bastırılmış/bilincinde olmadığımız parçalarımızdır. Bu parçalar; ağır negatif çocukluk deneyimleri ya da psikolojik olarak içimize işlemiş sosyal yargılar gibi bazı sebepler yüzünden içimizde hapsolmuştur.
İçimizde hapsolan gölgelerin de etkisiyle yaratmış olduğumuz perdeli gerçekliğimiz, kendi konfor ve güvenlik alanımızın dışına çıkmamızı engeller ve sonsuz deneyimlere ve potansiyele sahip bireyin yaşam deneyimlerini kısıtlar.
Gölgelerin haritasını çıkarmak
Gölge çalışmasına başlamadan önce gölgelerimizin nerede olduğunu bilmemiz ve bu gölgelerin haritasını çıkarmamız ve kök nedenlerine inmemiz faydalı olacaktır.
Gölgelerimizin, bilinçaltının derinliklerine gömdüğümüz parçalarımız olduğunu şimdiye kadar öğrenmiş olmalıyız yani gölgeler, bilinçaltı zihnimizde bulunurlar ve bu gölgeleri bilinçaltından kazımak için bazı psikolojik haritalar çıkarmamız gerekir.
Her bir gölge düşünce ya da davranış kalıbı, içimizdeki bir acının özünü/çekirdeğini çevrelemektedir. Tüm travmalarımız, korkularımız, baskıladığımız duygu ve düşüncelerimiz; gölgelerin altında gömülü şekilde saklanmaktadır ve yüzeye çıkacak anı kollamaktadır.
Nasıl ki dünyanın atmosferi bizi güneşin zararlı ışınlarından koruyorsa, gölgelerimiz de travmalarımızı dışsal tetiklemelerden korur ve bilincimize sızmalarını engeller, bu durum ise sürekli olarak gergin olmamıza ve acı çekmemize sebep olur. Gölgelerimizi, bizi korumaya çalışan defans mekanizmaları olarak da görebiliriz.
Gölgelerin yarattığı bazı semptomları incelemek ve kök nedenlerine inmek, bilinçaltının sonsuz alanına birazcık da olsa ışık tutacaktır.
Gölgelerin yol açtığı bazı semptomlar ve davranış kalıpları
Bazen kendimizi, anlamlandıramadığımız şekillerde insanlara ya da olaylara aşırı şekilde reaksiyon verirken bulabiliriz. Böyle durumlarda kuvvetle muhtemel bilinçaltı seviyesinde tetiklenmişizdir. Yüzeye çıkan olumsuz duygularımız gölgelerin, eski bir travmanın (belki ne olduğunu bile hatırlamıyorken, eski bir yara yeniden açılmıştır) yeniden aktive olmasına karşılık olarak yeniden uyandığının bir işaretidir. Gölgelerimizle karşılaştığımızda ortaya çıkan bazı semptomlar şunlardır:
- Nedensiz/aşırıya kaçan öfke ve/veya huysuzluk, kolaylıkla sinirlenme
- Utanç duygusu
- Korku ve anksiyete
- Negatif/karanlık düşünceler
- Dürtüsel davranışlar
- Başkalarını manipüle etmek
- Uzak durma dürtüsü, çekinceler
- Gereksiz nefret
- Süregelen negatiflik
- Obsesif davranışlar
- Kendi kendine zarar verme
- Eleştiriye karşı aşırı reaksiyon
- Kendini ve/veya başkalarını küçümseyici tavır ve düşünceler
- Kurban psikolojisi ya da aşırı egosal davranışlar
- Aşırı önyargılar ve sayabileceğimiz onlarcası…
Yansıtma
Gölgelerin reddedilmesinin ya da farkına varılmamasının yarattığı en önemli psikolojik etkilerin başında ‘Yansıtma’ gelmektedir. Yansıtma kavramı; kendimizde olan ya da kendimizde görmezden geldiğimiz özelliklerimizi başkalarına yansıtmak ve/veya başkalarında görmek anlamına gelir ya da kendi içimizde yüzleşemediğimiz, farkına varamadığımız, kabul edemediğimiz özelliklerimizin başkaları tarafından tetiklenmesi neticesiyle, bizde tetiklenen nitelikleri başkalarına yansıtmak ve/veya bir başkasının bizi tetikleyen özelliklerine odaklanmak olarak da açıklanabilir.
Genellikle bizler kendi içimizde uzlaşamadığımız ve kendimizde en rahatsız olduğumuz parçalarımızı bize hatırlatan şeyleri cezalandırırız ve çoğunlukla bu inkar ettiğimiz parçaları çevremizde görürüz.
Robert A. Johnson
Bizim gölge özelliklerimize ‘ayna’ olanları cezalandırmak için çeşitli yollar vardır. Bir üst başlıktaki semptom ve davranış kalıplarının yanına ek olarak ekstrem durumlarda fiziksel ve psikolojik olarak karşı tarafa saldırmak, hatta yok etme dürtülerini de ekleyebiliriz. Tüm saydığımız gölgelerin toplumsal olarak birikmesi; savaşların, cinayetlerin ve dünyada yaşanılan tüm trajedilerin ana sebebidir. Hiç birimiz bu konuda masum değilizdir ve hatta gölge yansıtması, ilişkilerdeki uyumsuzlukların ana sebebidir.
Kendi içimizdeki gölgeleri görmek aşırı zordur fakat hepimiz başkalarının gölgelerini görmekte aşırı iyiyizdir. Bu süreç genellikle bilinçli şekilde işlemez. Gölgelerimizin çoğunun farkında bile değilizdir ve egomuz, ‘yansıtma’ mekanizmasını kendisini korumak için (öz kimliği) kullanır. Bilinçli zihnimiz her ne kadar kendi kusurlarımızı görmekten kaçınma eğiliminde de olsa, derinlerde yine de onlarla yüzleşmeyi ister ve onları kendisine çeker. Reddettiğimiz şey karşımıza bir şekilde çıkar ve eğer o şeyle yüzleşmemişsek, o şeyi yansıtma eğiliminde oluruz.
Eğer bir kişiden nefret ediyorsanız, o kişinin içinde ve sizin de bir parçanız olan bir şeyden nefret ediyorsunuzdur. Bizim parçamız olmayan birşey, bizi rahatsız edemez.
Herman Hesse
D) Gölgelerle İlgili Ek Bilgiler
Gölgeleri kucaklamak ve ruhun karanlık gecesi
Hayatımızın bazı dönemlerinde hepimiz ‘depresyon’ sürecinden geçmişizdir. Biriken gölgelerin, yaşadığımız ağır travmaların ve hayatın getirdiği tüm ağırlıkların birikmesi bu süreci tetikleyen en önemli unsurlardır.
Aslında depresyonla, ruhun karanlık gecesi deneyimini birbirinden ayırt edebilecek parametreler vardır fakat konumuzdan çok sapmak istemediğim için ikisini aynı havuzda birleştirerek açıklamak istiyorum.
Ruhun karanlık gecesi deneyimi; mutlak korkunun, umutsuzluğun, endişenin ve kaosun hüküm sürdüğü bir periyottur. Bu deneyim, normal şartlarda hayatımızdaki çoğu şey yolunda giderken, bir anda üst üste gelen sorunların ve travmaların getirdiği ağırlığı kaldıramayıp girilen ‘kısa süreli depresyon’dan çok daha farklı ve ağır bir deneyimdir.
Bir önceki yazıları okuduysanız, gerçek kişiliğimiz ve öz kimliğimiz diye bazı tanımlar/benzetmeler yaptığımı hatırlarsınız. Bu tanımları ise bardağın içindeki çamurlu suyla betimlemiştim. Ruhun karanlık gecesi deneyimi, en derin karanlığımızın içine girdiğimiz ve neredeyse tüm gölgelerimizle yüzleşmek zorunda bırakıldığımız bir periyottur yani tüm çamuru damıtma sürecidir ve yıllar alabilecek bir zaman dilimini kapsamaktadır.
Bu süreçte yaşamı, kendimizi ve kendimizin hayatın içindeki rolünü sorgularız. Hayatımızdaki birçok şeyin anlamsız olduğunu görmeye başlarız. Her şey büyük bir sıkıntıymış gibi görünür ve hatta geçmiş yaşamlarımızdan çözümleyemediğimiz şeyler bile gün yüzüne çıkmaya başlar. Taç çakra yazımı okursanız, orada ruhun karanlık gecesiyle alakalı alıntı yaptığım bir yazıya denk geleceksiniz.
Düalite içindeki yaşamımız ve insan varlığımız, karşı kutupların birbiriyle dans ettiği kozmik bir oyun gibidir. Nasıl ki pozitif olarak tanımlayabileceğimiz olgularımızı benimseyip kucaklıyorsak, negatif karakterli olgularımızı da benimseyip kucaklamak zorundayızdır.
‘Ruhun karanlık gecesi’ tehdit edici, endişe verici ve kaçınılmaz bir deneyimdir. Yüksek bir bilinç yolunda kendini arayanlar, ruhun karanlık gecesinden geçecektir. Hatta işin gerçeği, bu arayışçılar kendi gerçek doğalarının derin neşesini deneyimleyecekleri ana kadar, birkaç kez bu süreçten geçebilirler. Acı olmadan, yüksek bir bilinç gelmeyecektir. İnsanlar ne kadar saçma görünürse görünsün, kendi ruhlarıyla yüzleşmekten kaçınmak için her şeyi yapabilirler. Kişi, karanlığı bilinçlendirmek suretiyle aydınlanabilir.
Carl Jung
İşin özü, alt çakralardan başlayarak kademeli şekilde tüm çakra ve enerji sistemini aktive edip dengelememiz gerekmektedir. Bu süreç baya acı verici bir deneyimdir ve büyük bir adanmışlık, kişisel farkındalık ve gölgelerle yüzleşme cesareti gerektirir.
Gölge formülü ve aydınlanma
Bilinçsiz parçalarımızı bilinçli hale getirmedikçe, bu parçalar hayatımızı yönlendirir ve biz buna kader deriz.
Carl Jung
Baskıladığımız şeyler görünürde baskılanmış gibi görünür fakat varoluşsal olarak baskılanmazlar ve bilinçaltında yaşamlarına devam ederler. Egomuz bizi ne şekilde inandırır ve/veya kandırırsa kandırsın, hayatımızı yönlendiren daha çok bilinçaltımızdır.
Bilinçli zihnimizi kusursuz/mükemmel/ideal fikirlerle doldurmak, çoğu Batı felsefesinin/teolojisinin karakteristik özelliğidir ve bu felsefeler genellikle gölgelerle ve dünyanın karanlık tarafıyla yüzleşmezler. Bir kişi sadece ışığı hayal ederek aydınlanamaz, aksine karanlığı bilinçli hale getirerek aydınlanır.
Carl Jung, ‘The Philosophical Tree’, Alchemical Studies (1945)
Gölge çalışması, bilinçsiz taraflarımızı bilinçli hale getirme sürecidir. Bu yolla, bilinçaltı dürtülerimizin farkındalığına erişiriz ve bu dürtülere karşılık verip vermeyeceğimize karar vermeyi ve karşılık verecek ise nasıl karşılık vereceğimizi öğreniriz. Bu sürece, normal davranış kalıplarımızdan geri çekilerek ve içimizde neler gerçekleşiyor olduğunu gözlemleyerek başlarız. Meditasyon, kendimizden (öz kimlik veya gerçek kişiliğimiz) geri çekilme yeteneğini geliştirmek için harika bir yöntemdir ve hatta şunu da diyebilirim ki tek yöntemdir.
Bir sonraki adım ise gözlemlemek, incelemek ve sorgulamaktır. Kendimizi, bizi psikolojik olarak tetikleyen şeylere karşı ani ve kontrolsüz şekilde reaksiyon verirken gözlemlersek, durmayı ve reaksiyon vermeyi durdurmayı öğrenmeliyiz ve ‘Neden bu şekilde reaksiyon veriyorum?’ diye sormalıyız. Bu süreç, duygularımız/tetikleyiciler vasıtasıyla duygusal programlanmamızın ana kaynağına geri dönmemizi öğretir.
Bizi tetikleyen şeylerin belirlenmesi/tanımlanması süreci; gölgelerimizi kabul etmekten ve yüzleşmekten kaçındığımız (doğal olarak, insani defans mekanizması) için zor bir süreçtir. Genel eğilimimiz, kendi eylemlerimizi haklı çıkarmak olduğu için herhangi bir tetiklenmede yapabileceğimiz en iyi şey bilinçsizce ve aşırı şekilde reaksiyon vermemektir. Gölgelerin farkındalığını oluşturmak/geliştirmek, bizi tetikleyen şeyleri belirlemenin ilk adımıdır. Bunu da yapabilmemiz için gölgelerimizden korkmamalıyız.
İnsanın, gölge/karanlık bir tarafının da olması korkutucu bir düşüncedir ve bu taraf sadece küçük zayıflıkları ve zaafları içermez, ayrıca olumlu şeytani bir dinamizmi de içerir. Birey, bunun hakkında nadiren bir şey bilir ve bir birey olarak her halükarda kendisinin ötesine geçmesi inanılmaz bir şeydir. Fakat, bu zararsız görünen şeytani dinamizm, kitleler oluşturduğunda azgın bir canavar ortaya çıkar ve her bir birey, canavarın bedenindeki tek bir hücreyi oluşturur. Bu korkunç olasılığa karanlık bir şüphe ile yaklaşan kişi, kendi insani doğasındaki karanlık tarafına kör gözle bakar.
Carl Jung, Psychology of the Unconscious
Jung, tüm insanların belirli koşullar altında korkunç şeyler yapabilme kapasitesi olduğunu işaret eder. İşin paradoksu şudur ki, kendimizdeki bu karanlık potansiyelin farkına varmak ve kabul etmek, bu potansiyelin eyleme dönüşmesini engelleyecek en iyi yoldur fakat bunu yapabilmek aşırı zordur.
Kötü düşüncelerimizin, negatif duygularımızın ve acımasızca şeyler yapabilme kapasitemizin olması bizi kötü insan yapar mı? Tabi ki hayır. Ayrıca, iyi ve kötü kavramı sübjektif kavramlardır ve kişiden kişiye göre değişir. Genel olarak kabul edilen ‘iyilik’ algısını göz önüne alırsak, iyi insanlar da hata yaparlar ve başkalarını yaralayabilirler fakat bu onları kötü insanlar yapmaz. Bunun da ötesinde, her insan varlığının içindeki ışığın ve karanlığın potansiyelinin farkına vardığımızda, iyi ve kötü ayrımı yanıltıcı olabilir. En nihayetinde hepimiz insanız ve insan varlığını belirli kategorilere ayırmak karmaşık bir olgudur.
İyi bir insan olma fikrini göz önüne alacak olursak, hepimiz sezgisel olarak biliriz ki yüksek kişisel farkındalık, öz bilincin artması ve sevgi/merhamet duygusunun gelişmesi yolunda ilerlemek çok iyi bir fikirdir. Zorlu gölge çalışmaları yapmak ve bilinçaltımızdaki yıkıcı kalıpların farkına varıp onları düzeltmek, iyi bir insan olma yolunda ilerlemenin önemli bir parçasıdır.
Psikolojik olarak bizi tetikleyen (bastırılmış korkular, acılar, utanç, agresiflik vb.) şeylerin farkına vardığımızda, tüm yaralı ve bastırılmış parçalarımızı kendi bütünlüğümüzle kaynaştırmaya ve onları iyileştirmeye başlayabiliriz. Buna ‘bütünleşme’ süreci de diyebiliriz. Artık, kendi kişiliğimizdeki parçalarımızı reddetmeyi durdururuz ve onları günlük hayatımızda göz önüne sermenin yollarını buluruz. Kendi gölgelerimizi kabul ederiz ve bu gölgelerin içerisindeki bilgeliğin kilitlerini açmanın yolunu ararız.
Korku, cesaret için bir fırsata dönüşür. Acı, güç ve dayanıklılığın katalizörüdür. Agresiflik, bir savaşçının tutkusuna dönüşebilir. Bu bilgelik; eylemlerimizi, kararlarımızı ve başkalarıyla olan iletişimimizi belirler/etkiler/değiştirir. Ayrıca, kendi içimizdeki tüm bu dinamiklerin farkına varmamız, başkalarına karşı daha merhametli olmamıza neden olur çünkü onlar da kendi gölgeleriyle cebelleşmektedirler.
Gölgeleri entegre etmenin yönlerinden biri, erken çocukluk ve ötesi dönemlerdeki psikolojik yaralarımızı iyileştirmektir. Gölge çalışmasına başladığımızda, gölgelerimizin çoğunun travmalar sonucu oluşan yaralardan ve kendimizi tekrar bu yaraları deneyimlemememiz için korumamızdan kaynaklandığını anlarız. Bu anlayış sonucunda, başımıza gelenleri kabul ederiz ve bu travmaların sorumlusunun kimisinin biz kimisinin biz olmadığımızı kabul ettikten sonra bu kayıp ve yaralı parçalarımızı yeniden kendi bütünlüğümüze gelmemiz için iyileştirerek kendi varlığımıza entegre ederiz. Bu; çok yoğun, zorlayıcı ve acı verici bir süreçtir. Bu süreçle ilgili psikolojik destek almaktan, çeşitli kitaplar ve makaleler okumaktan, kişisel gelişim programlarına katılmaktan ve videolar seyretmekten lütfen çekinmeyin.
Ne yazık ki çoğu felsefe, insanların bu derin içsel çalışmaları yapmadan aydınlanabileceğini söylemektedir. Bu yüzeysel felsefeler, insanın gölge/karanlık tarafını kazıyıp, kendi bütünlüğüne entegre etmesini söylemekten ziyade, onları ya kınama ya da göz ardı etme eğilimindedir.
Tabi ki tüm felsefeleri zan altında bırakma eğiliminde değilim fakat yeni nesil fikirlerin bir çoğu, antik öğretilerin çok derinlerine girmeden modern çağa uyumlanmış öğretilerden öteye gitmemektedir. Kendi içimizdeki gölge ve karanlık taraflarımızı entegre etmeden bütünleşme fikirleri veren çoğu öğretiyi/makaleyi/bilgiyi okurken lütfen dikkatli olun. En nihayetinde, herkes farklı bir bilinç seviyesinde olduğu için herkesin kendi bilinç seviyesine göre öğrenmesi ve araştırması gereken şeyler kişiden kişiye göre değişmektedir ve kendinizle uyumlu olacak herhangi bir şeyi araştırırken, kendi sezgilerinize ve idrak kapasitenize güvenmek zorunda kalacaksınız.
Kendi içimizdeki karanlığımızı ve kendimizdeki istenmeyen davranışları, onlarla yüzleşmeden düzeltemeyiz. Hayatta her şeyde olduğu gibi bu bütünleşme mücadelesinde de şu geçerlidir: Bir zorluğu halletmenin en iyi yolu, onun içine girmektir..
Gölge benlik, kişiliğimizdeki tüm yönler bilinene ve entegre edilene kadar asi bir çocuk gibi davranmaya devam eder. Bazı ruhsal felsefeler, gölgeleri kınar ve onların aşılması ve dönüştürülmesi gerektiğini söyler. Tabi ki bu cümle doğru algılandığında, gölgelerin aşılması ve dönüştürülmesi yanlış bir önerme değildir fakat gölgelerin kınanması ve bu gölgeleri kendi benliğimize eklemeden ve onlarla yüzleşmeden aşıp dönüştürülmesi fikri, tamamen yanlış bir önermedir. Bu ikisi arasındaki farkı lütfen biraz daha düşünün. Jung’a göre gölge çalışmasındaki gerçek amaç gölge benliği yenmek değil, onu kişiliğimizin geri kalanıyla birleştirmektir. Sadece bu birleştirme/entegre etme/kaynaştırma ile gerçek bütünlüğe erişilebilir ve bu bütünlüğe erişmek, gerçek ‘aydınlanma’dır.
Eğer tüm yansıtmalarından kendini geri çekebilecek kadar cesaretli birisini düşünecek olursanız, çok kalın bir gölgenin farkında olan birisine denk gelirsiniz. Böyle bir kişi, kendisiyle alakalı yeni problemler ve çatışmalar içinde olacaktır. O kişi, kendisine karşı çok ciddi bir probleme dönüşür ve artık başkalarını suçlayamaz ve onlar bunu yaptı, onlar şunu etti ve onlar hatalıydı gibi şeyler söyleyemez. Böyle bir kişi bilir ki dünyada yanlış olan her ne varsa onun kendi içindedir ve eğer -ve sadece- kendi gölgesiyle yüzleşmeyi öğrenirse, dünya için gerçek bir şey yapmış olur.
Carl Jung, Psikoloji ve Din
Her şey sizinle başlar.
Kendi gölgenizi entegre etmeye ve iyileştirmeye çalışmaya başladığınızda, aşırı tepkisel ve bilinçsizce yaşamaya son verirsiniz ve başkalarını daha az yaralarsınız. Kendinize ve ilişkilerinize daha çok güven inşa edersiniz ve sizdeki bir değişim, domino etkisi gibi çevrenize yansır ve bu şekilde daha sağlıklı ilişkiler oluşturmaya başlarsınız.
İçinizde, çevrenize domino etkisi yaratabilecek ve çevrenizin frekansını yükseltebilecek bir güce sahipsiniz. Dünyanın daha çok iyiliğe, ayrımları iyileştirecek işbirliğine, evrensel sorunların çözümlenmesine ve insanlığın ve diğer türlerin yok olmasına engel olacak yapıcı çözümlere ihtiyacı vardır. Derin içsel çalışmalar yapmak, kişisel bir süreç gibi görünebilir fakat işin özü, bu süreç sadece sizi etkileyecek bir şeyin daha ötesinde bir olgudur.
Dünyayı iyileştirmek ve etkilemek istiyorsanız, işe kendinizden başlayın ve kendi bütünlüğünüzü elde etmek için elinizden geleni yapın. Bunu yaparken, dünya için hiçbir şey yapmıyorum gibi düşünmeyin. Dünyanın daha çok kahramana değil, kendisini iyileştirme cesaretine sahip insanlara ihtiyacı vardır. Kendisini iyileştiren ve farkındalığını yükselten insan, zaten otomatik olarak daha olumlu şeyler yapmaya başlayacaktır.
Dünyayı iyileştirmek, kişinin kendisini iyileştirmesinden başlar çünkü dünya sizsiniz.
Sır şudur ki istisnasız olarak hepimizin, kendimiz de dahil olmak üzere, başkalarının görmesini istemediği özellikleri (gölgelerimiz) vardır. Eğer karanlık tarafımızla yüzleşirsek, hayatımız canlanabilir. Eğer yüzleşmezsek, ödememiz gereken ağır bir bedel vardır. Bu, hayatın en acil projelerinden biridir.
Larry Dossey, Healing Words
Hayatın herhangi bir anında burukluk, gazap, öfke, bencillik, kıskançlık ve kibir hissetmemiş ve onlarla ne yapacağını ve nasıl yüzleşeceğini bilememiş bir kişi, tüm düşüncelerinin üzerine kendi rızasının dışında karanlık bir katman dökmüştür. Bu katman, iyi olarak nitelendirebileceğimiz parçalarımızı örter. Ruhumuzun düzensiz ateşi olan bu karanlığı keşfetmek bizim için çok faydalıdır çünkü bu karanlıkla doğru şekilde yüzleşilirse ve bu karanlık doğru şekilde bilinirse, bu karanlık cehennemi oluşturduğu gibi cennetin temelini de oluşturabilir.
William Law
Bir insanın kendi gölgesiyle yüzleşmesi, ona kendi ışığını göstermesidir.
Carl Jung
Bütünleşmenin/Entegrasyonun önemi & Ruhsal olarak pas geçmek
İlginç bir biçimde, spiritüel ilerleme yolundaki çoğu arayışçı (ilk zamanlar kendim de dahil) ‘yüksek benliğine uyandığında’, ‘karmaları üzerinde çalıştığında’, ‘daha aydınlanmış olduğunda’, ‘daha çok meditasyon yaptığında’ ve/veya ‘uyanış süreci başladığında’ bir şekilde kendi içlerindeki tüm negatif özelliklerin hemen ya da nihayetinde tamamen dönüştürüleceğini düşünmüştür.
Kendi deneyimlerimi düşünecek ve benzer deneyimlerde olan insanların görüşlerini de birleştirecek olursam, bu durum ‘ruhsal/spiritüel olarak pas geçmek’ olarak adlandırılabilir yani spiritüelliği; kendi içimizdekilerle dürüstçe ve cesaretle yüzleşmek yerine, kendi içimizde bizi rahatsız eden her şeyle yüzleşmekten kaçınmak için kullanmak diyebilirim. Ayrıca şunu da eklemek gerekir ki ‘Din’lerin ve yeni nesil spiritüalizmin ‘Gölge’lerin baskılanmasına etkisi’ adlı başlığın altında yazdığım gibi hayatın ve kendi varlığımızın sadece pozitif ve ışık tarafına odaklanıp, negatif taraflarını görmezden gelmek de ‘ruhsal/spiritüel olarak pas geçme’ye verilebilecek bir örnektir.
Daha önceki yazılarda sık sık belirttiğim gibi gölge benliğimize dönmek (Gel, ne olursan ol yine gel. -Rumi), kendimizdeki parçalanmış, dağılmış parçaları kucaklamaya/benimsemeye ve daha çok psikolojik ve ruhsal denge (bütünleşme/entegrasyon) sağlamamıza yardım eder. Kendi karanlığımızı inkar etmek sadece daha çok kaos ve uyumsuzluk yaratır.
İngilizcede bütünleşme anlamına gelen ‘integration’ kelimesi, Latince ‘integretus’dan gelmektedir yani ‘bütün olmak’ anlamına gelir. İçsel niteliklerimizi entegre etmek/bütünleştirmek demek onları inkar etmek ya da reddetmek değil, tüm parçalarımızın sorumluluğunu ve sahipliğini üstlenmek demektir. Bu bütünleşmenin faydaları sayısızdır: Aklı başında olmak, iyileşmek, büyük bir merhamet kapasitesi, sakinlik, anlayış ve bütünlük vb..
Diğer taraftan, bütünleşmenin zıddı ise parçalanmak ya da parçalara bölünmektir. Bölünmüş kişi ya da kişilik, stresle başa çıkamayan ve kendi kişisel ya da varoluşsal özelliklerinin çoğunu (gölgeler) görmezden gelen/ihmal eden kişi anlamına gelir. Bölünmüş kişi, bütünleşmiş bir merkeze sahip olmadığı için zorluklarla başa çıkmakta zorlanır ve yaşamla, kendi kişilik özelliklerinin ya da parçalarının sürekli köşe taraflarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Bütünleşmenin bu kadar önemli olmasının nedeni budur çünkü bütünleşme/entegrasyon bizim tekrar bütün bir hale gelmemize yardımcı olur.
Gölge benliği kucaklamak/benimsemek
Kendi içsel ‘cehennem’imimizden çıkmadan önce içsel karanlığımızın derinliklerinde yürümek zorundayız. Çoğu antik öğreti ve gerçek teolojiler, bu deneyimi simgeleştirerek aktarmıştır. Bu öğretileri kavrayamayanların ya da yanlış yorumlayanların düştüğü en büyük hata, simgelerin altında aktarılmak istenen şeyi algılayamadan, simgeleri aktarıldığı şekilde yorumlama çabalarıdır.
Gölge benliğe dönecek olursak, gölge benliği benimsemek ya da entegre etmek demek gölge benliğinizi kabul etme sürecinde, gölgelerinizden gelen herhangi bir dürtüye izin vermelisiniz anlamına gelmez.
Örnek verecek olursak, öfkenin derinliklerine girmek basitçe daha çok öfkelenmemize neden olabilir. İçsel karanlığımızı kucaklamak demek, onu ‘kabul etmek’ anlamına gelir. Öfke örneğinden devam edecek olursak, burada yapılması gereken şey, içimizdeki öfkeyi kabul etmek ve eğer öfkeli hissediyorsak buna izin vermektir fakat öfke içindeyken birisine yumruk atma dürtüsü hissediyorsak buna izin vermek, gölge benliğin kucaklanması ya da benimsenmesi anlamına gelmez. Kendi karanlığınızı kabul etmek, kendinizin tüm sorumluluğunu üstlenmeniz anlamına gelir ve bu karanlık özellikleri baskılamak yerine onları gerçekten kabul ettiğinizde, bu karanlıkların sizin üzerinizdeki kontrolü azalır ve/veya sona erer.
Gölgelerimizi benimserken dürüst ve cesur olmamız çok önemlidir. Kendimize karşı dürüst olmamız ve gölge unsurlarımızı cesurca kabul etmemiz, zihnimizin keşfedilmemiş bölgelerine tanık olmamızı ve bu tanıklık da bizim, bu unsurlar olmadığımızı görmemizi sağlar. Yani basitçe şu sonuca varırız: Biz düşüncelerimiz, duygularımız ve dürtülerimiz değiliz fakat gökyüzündeki bulutların gelip geçmesi gibi bu gelip geçen unsurlara sahibiz. Onlar bizim gerçekte kim olduğumuzu tanımlayamazlar. Bardaktaki çamurlu su betimlemesini hatırlayacak olursanız; su ve çamurlar, bardağı tanımlayamaz diyebiliriz.
Gerçek anlamda kendimizi sevebilmemiz için kendi gölgelerimizle dürüstçe yüzleşmeyi öğrenmek zorundayız ve karanlığın içindeki bilinmeyen çamurun içinde cesurca yolculuk yapmalıyız. Aksi taktirde, her seferinde kendi gölgelerimizi inkar edip, başkalarının gölge nitelikleri suçlama eğiliminde (yansıtma) oluruz.
Bütün ve dengeli bir kişi, kendindeki tüm parçalarıyla uzlaşmış kişidir. Bu da, içsel birliğe giden yoldur.
Tekrar hatırlatmak gerekirse gölge bütünleşmesi, kendi doğamızın karanlık yönlerini/parçalarını şımartmak demek değil, aksine derin bir dürüstlük ve dikkatli bir farkındalık ışığı altında onları doğrudan deneyimlemek ve kabul etmektir. Gerçek meditasyonun ve hakiki ezoterik öğretilerin de nihai amaçlarından biri budur. Bu öğretiler; baskılamayı, yalanlamayı, inkar etmeyi ve bilinçsiz şekilde kişinin kendisini disipline etmesini öğreten çoğu yapay ve modası geçmiş ruhsal öğretinin tam zıddı karakterlidir. Gerçek ruhsal yolculuk, normları takip ederek farklı bir şekilde yaşamak değil, aksine kendi yolunu takip ederek özgün olma yolculuğudur. Özgün olabilmek için kültürel olarak olağandışı ve tuhaf kabul edilen iç benliklerimizin tüm parçalarını benimsememiz ve onlarla yüzleşmemiz gerekir.
‘Tek’ yol yoktur. Tam tersine, derinlere gidip fark edersen anlarsın ki yolcu sayısı kadar yol vardır çünkü her bireyin bulunduğu noktadan yola çıkması gerekir. Kişi, hazır bir yol kullanamaz. Temel olarak, sen kendi hareketinle kendi yolunu yaratırsın. Orada hazır yol yoktur, hazır otobanlar yoktur. Ama her din sana, yolun hazır olduğu ve onun üzerinde yolculuk etmenin yeterli olduğu fikrini dayatmaya çalışır. Bu yanlıştır. İçsel arayış yeryüzünden çok gökyüzüne benzer.
Osho
Gölgelerin içinde, kişiyi güçlendirecek nitelikler gizlidir. İçsel olarak karşımıza çıkan engeller, bizim içsel yolculuğumuzun patikalarıdır.
Dünyaya ve modern topluma bakacak olursak genellikle toplum tarafından kabul edilen özellikler, insanlardaki sıradan karakteristik özelliklerdir. Esas itibariyle, ‘ilkel’ olarak nitelendirilen herhangi bir özellik genellikle gölgelere/bilinçaltına atılır fakat bununla beraber içimizdeki herhangi bir yaratıcı, özgün, yenilikçi ve farklı niteliklerimiz de toplum tarafından kabul edilmiyor olduğu için gölgelerin içinde hapsolmuş olur.
Kendi karanlığınızı keşfetmek yer yer zorlayıcı ve bunaltıcıdır fakat tamamen kasvetli ve ölümcül bir süreç değildir. İşin özü, gölgelerinizi kucakladıkça kendi içinizde keşfedeceğiniz ve yıllar boyu içinizde gizli saklı kalmış hazineleri bulmanız, çok şaşırtıcı bir deneyim olacaktır. Zaten, gölge çalışmasının nihai amacı kendinize durup dururken eziyet çektirmek değil, kendi bütünlüğünüzü yeniden kazanmaya çalışmaktır.
E) Gölgelerin İçine Girmek
Gölge ve/veya gölge çalışması, popüler bir konu değildir. Kim kendi hatalarını, zayıflıklarını, kıskançlığını, öfkesini, utancını, travmalarını ve blokajlarını kabul etmeyi ister ki?
Kendimizde güçlü olarak gördüğümüz parçalarımıza odaklanmak her zaman daha cazip gelmiştir fakat kendi gölgelerimizden belirli bir yere kadar kaçabiliriz ve zaman içerisinde egonun tüm hileleri (baskılama, inkar etme, kaçma vb.) daha az etkili olmaya başlar. Kendimizde yüzleşmediğimiz, baskıladığımız çoğu şey, yüzeye çıkmaya başlayacaktır.
Gölgeleri keşfetmek bize muhteşem bir büyüme ve gelişme fırsatı sağlar. Gölge çalışması yöntemlerine geçmeden önce gölgelerimizi bilmenin faydalarını ve gölgelere ne şekilde yaklaşmanız gerektiğine dair bazı ipuçlarını yazmak faydalı olacaktır.
Gölgelerimizi bilmenin faydaları
Gölge çalışması, eğer benim gibi zorlu ve travmatik bir yaşam geçirmişseniz gerçekten aşırı zorlayıcıdır fakat çok büyük idrak, güç ve kendini bilme kapasitesini de beraberinde getirmektedir. Meditasyon yapmaya başlayıp meditasyonlarımda belirli bir seviyeye geldiğimde, kaçınılmaz şekilde gölgelerimle karşılaştım ve bu durum ilk zamanlarımda beni inanılmaz zorladı fakat ilerledikçe işler daha olumlu bir seviyeye kaymaya başladı. Bu yazıları yazdığım şu günlerde hala gölge çalışmaları yapmaktayım ve her atlatılan zorluğun ve entegre edilen gölgenin sonunda gelen ferahlık ve rahatlama, bana aşırı bir motivasyon ve denge hissiyatı vermektedir.
Gölge çalışması yapmanın ve bunu yaşamınızın bir parçası haline getirmenin sayısız faydası vardır. Aslında yaşamın kendisi gölgelerle dans etmek gibidir fakat bunu bilinçli yapmak, kişisel gelişiminizi ve ruhsal tekamülünüzü de hızlandıracaktır. Şimdi gölge çalışmasıyla gelen bazı faydaları sıralayalım:
1 -) İlişkilerin gelişmesi ve daha az kişisel çatışma
2 -) Kendimize karşı derin bir sevgi ve kabullenme
3 -) Özgüven artışı
4 -) Daha çok zihinsel, duygusal ve ruhsal berraklık
5 -) Hoşlanmadığımız kişiler de dahil olmak üzere başkalarına karşı daha çok anlayış ve merhamet
6 -) Yaratıcılığın artması ve kendi içimizdeki gizli kalmış yetenekleri keşfetmemiz
7- ) Derinlemesine iyileşme ve bütünleşme
8 -) Yüksek benliğimizle ve ruhumuzla bağlantı kurma
9 -) Herkesin kendi özgün yaşam amacını keşfetmesi
Gölge çalışmasıyla gelen faydaların zamanla gelişeceği unutulmamalıdır ve kişinin büyük bir sabır göstermesi ve bu yoldan vazgeçmemesi çok önemlidir.
Gölge çalışması için bazı ipuçları
Aşağıdaki başlıklar gölge çalışması yaparken işinizi kolaylaştıracak bazı ipuçlarıdır. Şimdi bunlara geçelim:
1 ) Kişisel farkındalığınızı geliştirin
Gölgeleri görebilmek için her zamanki yapıyor olduğumuz şeyleri ve otomatikleşmiş yaşam kalıplarımızı durdurabilme ve duygularımızı, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı gözlemleyebilme farkındalığını ve yeteneğini geliştirmemiz gerekir.
Dikkatlilik ve farkındalık meditasyonları, eleştirel/tepkisel/dürtüsel olmayan farkındalık durumunu geliştirmemize yardımcı olacaktır. Sitede meditasyonla alakalı basitten, en ileri seviyeye kadar yeterince meditasyon tekniğini paylaştım. Bu başlığı göz önüne alacak olursak, meditasyona giriş başlığı altındaki ‘dikkatlilik’ ve ‘farkındalık’ yazılarını okumanız ve bazı alıştırmalar yapmanız, gölge çalışmasını ve tüm içsel çalışmaları yapmanızı kolaylaştıracaktır. İşin özü, hiçbir yargılamaya ve içsel muhalif sesinize (maymun zihin) izin vermeden şimdiki anın içinde bilinçli ve dikkatli/tetikte şekilde kalma yeteneğinizi geliştirmeniz gerekecektir. Ayrıca gölge çalışması yaparken, sakin ve huzurlu olmanız da çok önemlidir ve stres ve anksiyete gibi etkenler bu süreci baltalarlar.
Kişisel farkındalık, kendini gözlemleme ve kendine ayna olmak; gölgelerle bütünleşmenin olmazsa olmaz unsurlarıdır çünkü bu unsurlar, hiçbir önyargı ve kınama olmadan kendi duygusal reaksiyonlarımızı ve duygularımızı gözlemlememize ve değerlendirmemize yardımcı olur.
Tüm bu sebeplerden ötürü, gölge çalışmasında (ve hatta yaptığınız her şeyde) kendi ‘içsel merkez’inizi bulmanız çok önem kazanmaktadır. Kendi merkezinizde olduğunuzda, gölgeleri görürken daha az dirençli olursunuz çünkü kontrolünüz egonuzda olmayacaktır.
2 ) Kendinize karşı aşırı dürüst olun
‘Kendine karşı dürüst olmak’ söylendiği kadar kolay değildir çünkü erken yaşam deneyimlerimiz bizi belirli bir seviyede ‘kendini kandırma’ya programlamıştır fakat doğruluk ve kendine karşı dürüst olmak, gölge çalışmasının ön koşullarından bazılarıdır.
Kendimize karşı dürüst olmasak bile dürüstmüşüz gibi davranmak çok kolaydır fakat gerçek dürüstlük, davranışlarımız ve kişiliğimizdeki antipatik niteliklerimizi görmekten yani gerçek kişiliğimiz ve öz kimliğimizi objektif şekilde değerlendirmekten geçer.
Kendimizdeki sevimsiz parçalarla yüzleşmek genellikle rahatsızlık vericidir çünkü egomuz, onları baskılamak için çok fazla enerji harcamaktadır. Örnek verecek olursak; kendinizi iyi bir kişi, aşırı paylaşımcı ve özgüven sahibi biri olarak görüyorsanız, kendi içinizdeki zalimliği, bencilliği ve güvensizliği kabul etmek zorlayıcı olacaktır. Veyahut, hayatınızda yaşadığınız travmaları çözümlemiş olduğunuzu düşünüyor ve/veya onları uzun süredir baskılamışsanız, tüm bu kapanmamış yaralarla yeniden karşılaşmak çok can sıkıcı olacaktır.
Tüm davranışlarınıza, karanlık düşüncelerinize, duygularınıza ve travmalarınıza dürüstçe bakmak cesaret gerektirir. Tüm bu rahatsızlık verici ve yer yer bunaltıcı şeylerle yüzleşmenin ödülü büyüktür. Bu cesaret ve dürüstlük gerektiren yüzleşme, içinizdeki yaratıcı potansiyelin kilidini açar ve içsel gelişiminiz için yeni olasılıklar ortaya çıkarır.
3 ) Kendinize karşı sabırlı ve şefkatli olun
Gölgelerimizle yüzleşmeden önce, kendimize (tüm parçalarımıza) karşı sağduyulu ve arkadaşça bir tavır takınmamız çok faydalı olacaktır. Kendimize karşı şefkatli ve arkadaşça bir tavır takınmadan, kendi karanlık taraflarımızla yüzleşmek çok zor olabilir.
Sürekli olarak iyi bir insan olmaya çalışan ve mükemmelliği kovalayan bir insansanız ya da hatalar yaptığınızda kendinize karşı çok sert oluyorsanız, kendi gölgelerinizle yüzleşmek çok zorlayıcı olacaktır.
Eğer utanç ve suçluluk duyma eğiliminiz varsa, bu duyguları kendini kabullenme ve şefkat duygularına dönüştürmeniz gerekir. Tabi ki yanlış bir şey yaptığınızda utanç ve suçluluk gibi duygular hissetmeniz çok normal ve insanidir fakat bu duyguları baskılamak ve şefkat ve kabullenme gibi niteliklerine dönüştürmemek yıkıcı olabilir.
Örnekleri çoğaltacak olursak, mesela kendinizi çok yükseklerde görüyorsanız (şişirilmiş ego) bu şişirilmiş egoyu biraz düşürmeniz gerekecektir ya da kendinizi olduğunuzdan daha aşağı görüyorsanız, kendi değerinizin farkına varmanız gerekecektir ve bu süreç, kendinize karşı sabırlı ve şefkatli olmanızı gerektirecek şekilde yüzleşmeyi gerektirir.
Bu yüzleşmeye, insan olduğunuzu ve hata yapmanın insana özgü olduğunu kabul ederek başlamalısınız. Unutmayın ki, herkesin bir gölgesi vardır ve gölgelerin olmasında ve onlarla yüzleşilmesinde yanlış bir şey yoktur. Gölgelerimizi inkar ettiğimizde, bu gölgeler varlığımızın ve psişik alanımızın üzerini örterler ve esas problem burdan sonra başlar.
Unutulmaması gereken bir diğer olgu da gölge çalışmasını kendinizi haklı çıkarmak için mi yoksa gerçeği bulmak için mi yaptığınızdır. Şimdiye kadarki yazılanlardan anlamış olduğunuz üzere, gölge çalışması kendinizi özel hissetmeniz için yapılmamaktadır. Bu, sizin özel olmadığınız anlamına gelmemektedir fakat bu süreç, sürekli olarak kendinizi iyi hissetmeniz temelli bir çalışma değildir. Gölgelerin benimsenmesinin getirdiği yan ürün olarak giderek daha bütün hissetmeye başlayacaksınız fakat gölge çalışması yer yer acımasız ve zorlayıcı olabilmektedir. Bu yolculuk, her şeyi göze alan ve gerçeği arayan insanlar içindir.
4 ) Yansıttığınız şeylerin farkına varın ve onları sahiplenin
Kendi içimizde sahiplenmediğimiz olguları baskıladığımız için bu olguları sürekli olarak çevremize, nesnelere ve diğer insanlara bilinçli ve/veya bilinçsiz şekilde ‘yansıtma’ eğiliminde oluruz.
Gölge çalışmasının ya da gölgeleri kendi benliğimize entegre etmenin temel süreci, ‘yansıttığımız şeyleri sahiplenmek’tir.
Yansıttığımız şeyleri geri toplamanın ilk adımı, sürekli olarak yansıtma durumunda/eğiliminde olduğumuzun farkına varmaktır. Daha genel konuşacak olursak gerçekliği, ‘yansıtma’larımız vasıtasıyla deneyimleriz.
Kendinizi sinemalardaki projeksiyon aleti olarak, beyaz perdeyi de gerçekliğiniz (Dışsal şeyler: Nesneler, insanlar ve tüm 3. boyut) ve beyaz perde ile projeksiyon aleti arasındaki yansıyan ışığı ise zihnimiz/yansıtmamız olarak düşünün. Nasıl ki projeksiyon aleti, beyaz perdeye görüntüler yansıtıyorsa, bizler de kendi zihnimizde oluşturduğumuz şeyleri (düşünceler + duygular + fikirler + yargılar/önyargılar + istekler + arzular vs. = Yansıtma) durumlara, nesnelere ve başkalarına yansıtırız. Bu şekilde düşünecek olursak; dünyayı beyaz bir perde ve kendimizi ise projeksiyon aleti olarak betimleyebiliriz ve herkes kendi bağımsız filmini yansıtıp, yaşamaktadır.
Sadece ve sadece, sürekli olarak bu yansıttığımız şeyleri geri sararak/toplayarak/sahiplenerek/farkına vararak, gerçekliği daha açık bir biçimde algılayabiliriz.
Birisi, içinizde duygusal bir tetikleme yarattığında; bu durum, kendi gölgeniz içinde sahiplenmediğiniz bir niteliğin ortaya çıktığının ve sizi tetikleyen kişiye yansıtıldığının bir işareti olabilir. Bu yansıtmaları geri çekmeniz, gölgelerinizi kendi varlığınıza entegre etmenin önemli bir adımıdır. (Dip not: Gölge çalışması yazımın başlarında da uyardığım gibi ikili ilişkilerdeki tüm tetiklenmeler ya da anlaşmazlıklar sadece bizden kaynaklı olmayabilir. ‘Kendi gölgelerimin nasıl farkına varabilirim?’ başlığında buna değinmiştik).
5 ) Keşfettiğiniz şeyleri unutmamak için kaydedin
Kendi içimizde sahip çıkmadığımız tüm şeyler, bilincimizin dışında kalma eğilimi gösterirler. Bu şeylere bu yüzden ‘bilinçaltı’/’bilinçdışı’ denmektedir.
Nasıl ki uykudan uyandığımız anda, rüyalar zihnimizden kayıp gidiyorsa, benzer şekilde kendi içimizdeki kayıp parçalarımız da onları yakalamış olsak bile bizden uzaklaşma eğilimi gösterirler. Bunun ilacı ise tüm keşfettiğimiz şeyleri not almaktır. Keşfettiğimiz şeyleri not alırken; o anki sezgilerimizi, farkına vardığımız hataları ve onların kök nedenlerini de gözden geçirip yazmamız, daha sonra onlar üzerinde çalışırken ve onları farkındalığımıza yeniden getirirken bize çok yardımcı olacaktır. Ayrıca bu yolla, kendi gelişimimizi ve ilerleme sürecimizi de takip etmiş oluruz.
Gölgeleri entegre etme deneyimi
Gölgeleri entegre etme sürecine ilk başladığınızda, bu deneyim yeni bir yeteneği öğrenmeye benzer ve biraz tuhaf hissettirir. En nihayetinde, karşınızda ayna olmadan kendinize bakmaya çalışıyorsunuz.
İlk başlarda, gölgelerinizi keşfetme ve öğrenme süreci, eski yargılarınızdan ve otomatikleşmiş davranış/zihin kalıplarınızdan ötürü mekanikmiş gibi görünür ve/veya hissedilir. Bu başlangıç aşamalarında, kendinizle alakalı bilinçli/bilinçsiz fikirlere ve sezgilere erişirsiniz.
Bu sezgilerin bazıları zaten kendinizle alakalı belirli bir dereceye kadar bildiğiniz şeyler de olabilir. Örneğin kibirli, kıskanç ve utangaç biri olduğunuzu biliyorsunuz ya da belirli bir gölge çalışması sayesinde, bunların sezgisine eriştiniz diyelim. Bu sezgilere erişmeniz ve kibirli vs. olduğunuzu bilmeniz, bu nitelik kendisini yansıtıyor olduğu zamanlarda onun farkında olduğunuz ya da olacağınız anlamına gelmez. Bu farkındalık eksikliği, farkında olmadığınız niteliği entegre etme ve düzenleme konusunda eksiklerinizin olduğunun bir işaretidir.
Örnekleri sadece karakteristik özelliklerle sınırlandırmayalım. Mesela yıllar önce sevdiğiniz birisini kaybettiniz ya da ağır bir ayrılık süreci geçirdiniz veya çok travmatik bir çocukluk yaşadınız diyelim. Sonra yıllar geçti ve siz tüm bu travmaları atlattığınızı düşündünüz fakat gölge çalışması yapmaya başladığınızda ve ilerlediğinizde, eğer tam olarak bu travmalar çözümlenmemiş ise tüm bunlarla yeniden karşılaşacaksınız ve kabullenmediğiniz, baskıladığınız ya da çözümlenmemiş bazı duyguları yeniden yaşamanız gerekecektir. İşin özü, çakralarınızda blokaj yaratan eski ağır ve çözümlenmemiş enerjilerle de çalışmanız ve onları entegre etmeniz ve onların kök nedenlerine inmeniz gerekecektir.
Gölge entegrasyonunun bir sonraki seviyesi, gölgelerinizin sizin varlığınızda ve sizin vasıtanızla eylemlerde bulunduğunu yakalamaya başlamaktır. Gölgelerin bu şekilde eylem içerisindeyken yakalanması ve bunun bilinçli bir şekilde farkına varılması/gözlemlenmesi, büyük bir marifettir çünkü bu suretle, bilinciniz ve bilinçaltınız arasındaki bölünmüşlüğü en aza indirgemiş olursunuz. Gölgelerin eylemdeyken yakalanması, bilinçsiz olarak yaptığınız tüm davranışları kapsar diyebiliriz. Tırnak yemek, sürekli bir şeyler atıştırmak, zihinsel olarak bir anda gelen negatif düşünce kalıpları, bağımlı davranış kalıpları, bir anda gelen korkular, kişilere ve durumlara aşırı reaksiyon vermek gibi..
Ayrıca gölge çalışması sürecinde, kendi gölgelerinizle yüzleşirken başkalarının gölgelerinin daha çok farkına varırsınız. Bu süreçte, kendinize yeni bir ışıkla bakmaya başlarsınız. Bu ışık bazen aşırı eleştirel, pişmanlık duyan, öfkeli ve yargılayıcı da olabilir fakat nihayetinde büyük bir anlayış ve kabullenme de gelecektir.
Gölgeleri ‘benlik’ fikri olarak görmek
Gölgelerin farkında olmama probleminin yanında, gölgelerle yüzleşirken karşılaşılan bir diğer problem ise gölgelerin kendi varlığımızın şöför koltuğuna geçmesine izin vermemizdir. Gölgelerin, hayatımızı ve varlığımızı ele geçirmeleri büyük bir problemdir. Hoşumuza gitsin ya da gitmesin, eğer gölgelerimiz konusunda bilinçsiz ve dikkatsiz olursak, bu gölgeler bizi ele geçirir ve yönlendirirler.
Gölgelerin varlığını bilmek fakat bu konuda hiçbir şey yapmamak, onların bizim üzerimizdeki güçlerini korumasına ve/veya artırmasına yol açabilir. Carl Jung’ın dediği gibi gölgeler ne kadar karanlık ve yoğun olursa bir o kadar kendilerini ortaya çıkarma eğiliminde olurlar. Gölgeler, çok fazla kontrolümüzü ele alırlarsa, bir o kadar bizi ele geçirmiş olurlar.
Bunu somut bir örnekle açıklayalım. Tekrar tekrar yanlış kişilere aşık olan bir kişiyi ele alalım. Bu kişi, şimdilik henüz farkına varamadığımız bazı sebeplerden ötürü sürekli benzer hatalar yapıyor ve devamlı şekilde partner değiştiriyor olsun. Bu kişinin aşkını yaşama yöntemini ise kumarhaneye gidip elindeki her şeyi kumara yatıran kumarbazla betimleyelim.
Bu kişi belki de düşünebileceğimiz en şefkatli, en sevgi dolu ve en bencil olmayan kişi olabilir fakat yine de her ilişkisinde kalbi kırılmaya devam etmektedir.
Bu kişi doğru bir iç gözlem ve analiz yoluyla, yaşadığı bu hayal kırıklıklarının, kendisini daha az sevmesinden gelen gölgeden ve tüm her şeyini/sevgisini ötekine vermesinden kaynaklı olduğu sonucuna varabilir.
Hikayemize devam edelim ve bu arkadaşımız benzer hataları tekrarlamaya devam etsin. Burada sorulması gereken soru, bu kişi yaşamını neden bu döngüde devam ettirmektedir ve her bir farklı ilişkide neden sürekli olarak kendisini kullandırmaktadır?
Her bir kişi psikolojik olarak farklı şekillerde yetiştirildiği için bu soruya gerçek ve kapsamlı bir şekilde cevap vermek zordur fakat en azından şu sonuca varabiliriz ki, bu kişi kendi gölgesini entegre etmekte başarısız olmuştur ya da henüz bu gölgeyi entegre etmemiştir diyebiliriz. Ya da diğer bir deyişle, bu kişi her seferinde kendi gölgesinin, şöför koltuğuna geçmesine izin vermiştir.
Peki insanlar hayatlarında karşısına çıkan fırsatlarda neden kendilerini sabote eden davranışlar sergilerler ve tüm toksik döngülerden kurtulabilme şansları varken neden bu döngülere geri dönerler? İnsanlar neden kendi çıkarlarına zarar verecek şeyler yapmaya devam ederler? Çünkü insanlar kendilerini kontrol etmediklerinde, işler rayından çıkma eğilimine girer. İnsanlar, kendi üzerlerinde egemenlik sağlamadıklarında hem kendi gölgeleri tarafından hem de başkaları tarafından manipüle edilirler.
Yaşamda, aşkta, bedende, zihinde ve aklımıza gelecek herhangi bir şeyde benzer prensip geçerlidir. İnsanlar kendilerini sabote ederler çünkü kendi üzerlerinde eksik kontrole sahiplerdir. Kişinin kendi kontrolünü kaybetmesinin en popüler yolu ise gölgelerinin şöför koltuğuna geçmesine izin vermektir.
Kişinin kendisini sabote etmesinin altında yatan gerçek, düşmanın kendi içimizde olmasıdır. Bize zarar veren ve tüm varlığımızı etkisi altına alan truva atını içimize sokan ya da onun içimize sokulmasına izin veren kişi kendimizdir.
Gölgeler, sadece kendimiz hakkındaki fikirlerdir. Kendi zeminimizden/özümüzden kopmanın en basit yolu, bu gölgelerin varlığımızı ele geçirmelerine izin vermektir. İnsanlar, kendi karar alma mekanizmalarını gölgelere bırakırlar ve hayatlarındaki kararlarda ve yaptıkları şeylerde suçlanacak kişinin kendileri olmadığı (tabi ki dışsal etkenler de vardır fakat en nihayetinde tüm sorumluluk bize aittir) algısına kendilerini inandırırlar. Gölge içinde gölge..
Şimdi kendimize şu soruyu soralım: Bu gölgelerle en uygun şekilde nasıl yüzleşebiliriz? Gölgelerin farkına varmanın, bu gölgelerle yüzleşmek için yeterli olmadığı gayet açıktır.
Cevap şudur: Gölgeler hakkında yeterince farkındalığımızı genişleteceğiz, gölge çalışması yapacağız ve en önemlisi bir gölgeyi, yalnızca kendimiz hakkında bir fikir olarak göreceğiz (burada vurgulamak istediğim gölge kavramı, kendi niteliksel özelliklerimizdeki gölgelerdir). Truva atı örneğindeki gibi düşmanı yenebilmenin yolu içimizden geçmektedir. Basitçe kendi içimize bakacağız ve gölgeleri ‘benlik’ fikri olarak göreceğiz. Ancak ve ancak bu yolla kişi onların ötesine geçebilmeyi başarabilir. Gölgeleri, kendimiz hakkındaki belli belirsiz fikirler olarak görmemiz, onların tüm varlığımızı oluşturmadıklarını ve sadece kim olduğumuzun küçük bir parçasını oluşturduklarını kabul etmemizi sağlar.
Her ne kadar bir gölge bizimle alakalı gerçek birşey aktarıyor gibi görünsede gölgeleri, yukarıda aktardığımız şekilde görmemiz, hayatınızın kontrolünü ele almanıza yardımcı olur ve bilincimizi gölgelerin ötesine/yukarısına yükseltir.
Daha da önemlisi, gölgeleri kendinizin bir parçası olarak görmeniz, gerektiğinde o gölgeleri kullanmanız ve dönüştürmenizi sağlar.
Somut örneklerle açıklayacak olursak, yukarıda verdiğimiz örnekte kendisinin değerini bilmeyen kişinin bunun farkına varması, bundan sonraki ilişkilerinde daha doğru kararlar almasına sebep olacaktır. Başka bir örnek verecek olursak, kumar oynama eğilimi olan birisinin bu eğiliminin farkına varması, kendi risk profilini ortaya çıkaracaktır ve yaşamında alacağı kararlarda daha doğru tercihler yapmasına neden olacaktır..
Gölgeleri kendi ‘ben’liğimize entegre etmek, hayatımızda olan biten her şeyin daha çok farkında olmamızı ve bu gölgelerin şöför koltuğuna geçmesine izin vermememizi sağlar..
F) Gölge Çalışması Nasıl Yapılır
Gölge çalışması psikoloji ve psikoterapinin de bir alanı olduğu için çok derin bir konudur ve bu konuyla ilgili çeşitli yöntemler ve detaylı kitapların yazılmış olduğunu göreceksiniz. Bu makalede gölge çalışmasının ne olduğu ve bazı gölge çalışmalarının ana başlıklarının verildiği unutulmamalıdır. Bu sayede gölge ve gölge çalışması hakkında belirli bir seviyeye gelmiş olacağız. Şimdi gölge çalışmasına başlayabilmek için bazı tekniklerden bahsedelim:
1) Herhangi bir gölge yönünüzü tanımlayın ve duygusal tepkilerinizi inceleyin
Gölgelerin, yakalanması ve anlaşılması zor şeyler olduğunu unutmayın ve bu gölgeler bizim içimizde saklanırlar. Hepimizin, gölgeleri baskılamak ve bilincimizden uzak tutmak için bilinçli ya da bilinçsiz olarak oluşturduğu savunma mekanizmaları vardır.
Gölgeleri tanımlamak ve bilinçlendirmek, çaba ve pratik gerektirir. Kendinizi ne kadar çok gözlemler, tavırlarınıza/düşüncelerinize/davranışlarınıza ne kadar çok dikkat ederseniz, gölgelerinizi yakalama ve onları belirleme şansınız bir o kadar artar.
Gölge çalışması yapmanın ve gölgelerinizi belirlemenin en iyi yollarından biri, başkalarına/durumlara/olgulara karşı sergilediğiniz duygusal reaksiyonlarınızın farkına varmak ve bunların kök nedenlerine inmektir. Sizi şok eden, kızdıran, heyecanlandıran ve sizde aşırı bir tepkiye yol açan her şey, gölgeleriniz hakkında size önemli ipuçları verecektir.
Herhangi bir kişide/olguda/durumda sizi rahatsız eden bir şey, kuvvetle muhtemel kendinizde inkar ettiğiniz bir niteliği gösteriyordur. Bu parçanızı anlamaya çalışın, onu kabullenin ve kendi benliğinize dahil edin. Bu şekilde, bir sonraki sefer sizi rahatsız eden bu şeye karşı aşırı bir duygusal tepki vermeyeceksinizdir. Herhangi bir şeye duygusal olarak tepki vermeniz demek, o şeyin sizin üzerinizde belirli bir gücü olduğunu gösterir. Neye tepki verdiğinizi gözlemleyin ve bu gölgenin size ne öğretmeye çalıştığını anlamaya çalışın
Mesela yaşamınızda sizi rahatsız eden birini ve bu kişinin sizi rahatsız eden bir yönünü düşünün. Bu kişinin sizde neden aşırı bir duygusal tepki yarattığının kök nedenlerine inmeniz faydalı olacaktır. Belki de sizde hiçbir sorun yoktur ve basitçe bu kişiyle aranıza sınır koymamanız tüm sorunların ana nedenidir. Ya da en basitinden, dizi/film/televizyon izlerken ki duygusal tetiklenmelerinizi gözlemleyebilirsiniz. Örneğin, izlediğiniz film ve dizilerdeki cinsellik sahneleri sizi utandırıyor ya da öfkelendiriyorsa, bu durum bastırılmış cinselliği işaret ediyor olabilir ya da şiddet ve savaş sahneleri sizi içten içe mutlu ediyorsa, bu durum bastırılmış öfke/nefret olarak yorumlanabilir.
Duygusal tepkilerinizi gözlemlemeniz, travmalarınızın ve kapanmamış yaralarınızın günlük yaşamınızı nasıl etkilediklerini keşfetmenizi sağlayacaktır. Bu travmaların ve kapanmamış yaraların iyileştirilmesi benim açımdan gölge çalışmasının en önemli parçasını oluşturmaktadır.
2) İç konuşmanıza dahil olun veya duygu ve düşüncelerinizi yazın
Çoğu içsel çalışma, gölge parçalarınızla aktif şekilde diyaloğa girmenizin faydalı olacağını belirtmektedir. Gölgelerinizle iletişim kurmanız, onların size öğretmek istediği şeyi anlamanın basit ve etkili bir yoludur.
Hepimizin farkına varmadığımız alt kişilikleri (tanımlanmamış ve zihnimizin otonom kısımları) vardır. ‘İçsel diyalog’, psikoterapinin de sıklıkla kullandığı ve bireyin farklı alt kişilikleri ile iletişim kurmasına yardımcı olan bir yöntemdir. Bu yönteme, hayal gücünüzü aktif olarak kullanmayı eklemeniz de çok faydalı olur.
İçimizde farkına varmadığımız herhangi bir şey, gölgelerimizin bir parçasıdır. Eğer bu parçalara dikkatimizi vermezsek, bu parçalar bizim davranışlarımızı etkilerler.
Hayatınız boyunca, anlamlandıramadığınız bazı davranışlar sergilemiş, sözler söylemiş ve daha sonra neden bu şekilde davrandım ya da konuştum diye düşünmüşsünüzdür. İçinizdeki bir arşetip/alt kişilik/parça, tüm kontrolü ele geçirmiştir.
Bu parçalarımızla; içsel diyalog ve/veya aktif hayal gücü vasıtasıyla ya da basitçe kağıda yada bilgisayara yazarak iletişim kurabiliriz. Bu yolla, bu parçalarımızı bilinçli zihnimize entegre etmiş oluruz.
İçsel diyaloğa girmenin en basit yolu, sessizce oturup gözlerimizi kapatarak şimdiki ana odaklanmaktır. Daha sonra, belirlediğiniz bir gölge parçanızla zihninizde sakince konuşmaya başlayın ve sorular sorun? Sessizce kendinizi ve gölge parçalarınızı dinleyin. Bu gölge parçanız size ne anlatmak istiyor? Neyi göremiyorsunuz ve farkına varamıyorsunuz? Neyi baskılıyorsunuz? Hangi travmaları çözümleyemediniz? Hangi duyguları hissetmeniz gerekiyor? İçsel konuşmaların ve sorulacak soruların hiçbir sınırı yoktur.
Ayrıca, gölge çalışmasının en iyi yöntemlerinden biri de duygu (özellikle de herhangi bir duygu içerisindeyken) ve düşüncelerinizi yazmaktır. Yazmayı illa ki ‘gölge çalışması tekniği’ olarak düşünmeyin, yazmak başlı başına mükemmel bir eylemdir. Bu internet sitesinde yaptığım ve yazdığım her şey, benim için mükemmel bir terapi olmuştur ve hala olmaktadır. Siz de kendinize bir blog oluşturabilir, hikaye yazabilir, günlük tutabilir ya da basitçe boş bir kağıda tüm duygu ve düşüncelerinizi, karanlık ve aydınlık taraflarınızı yazabilirsiniz. Bu yolla, kendinizde farkında olmadığınız şeyleri ortaya çıkarır ve onlar üzerinde çalışabilirsiniz.
3) Keşfettiğiniz gölgeleri kabullenin ve kendi varlığınıza dahil edin
Gölge farkındalığı ve gölge çalışmaları vasıtasıyla bilinçaltınızda keşfettiğiniz şeylerle yüzleşin ve artık onları kendi psişik alanınıza dahil edin ve/veya salıvermeniz gereken şeyleri özgür bırakın.
Herhangi bir niteliğin, sizi tamamen tanımlayamayacağını lütfen unutmayın. Sizler çok boyutlu varlıklarsınız ve içinizde sayısız niteliğe sahipsiniz. Gölgelerimizi baskılayarak düştüğümüz yanılgı, kendi içimizde varolan bu nitelikleri yalanlamak anlamına gelir. İşte bu yüzden bu nitelikleri başkalarına yansıtırız, duygusal olarak tetikleniriz ve onları (hem nitelikleri hem de başkalarını) yargılarız.
Karanlık parçalarımızı kabullenmek çok rahatsız edici hissettirebilir çünkü kendi kimliğimizdeki tutarsız ve bizi rahatsız eden şeylerle yüzleşmek zorunda kalıp, onları kendi varlığımıza dahil etmek zorunda kalacağızdır. Zaten bu nitelikler bizi rahatsız ettiği için ya da onların farkında olmadığımız için onları baskılamıyor muyduk? Egomuz doğal olarak bu sürece direnecektir.
Kendinizde sizi rahatsız eden ve yüzleşmekten korktuğunuz şu gibi şeylere denk gelebilirsiniz:
- Aşağılık kompleksi
- Kendi varlığınızı herkesten daha üstün görmek
- Kendinizi beğenmemek
- Kendinizi yetersiz bulmak
- Kendinizi kibirli, tembel, salak, kıskanç, cinsel olarak yetersiz, sevgiyi hak etmeyen, iletişim sorunları olan, utangaç, maddiyata aşırı önem veren, duygusal olarak aşırı hassas ya da donuk, kendinden aşırı veren ya da sürekli başkalarından beklentiye giren vb. vs. biri olarak görüyor olabilirsiniz. Ya da kendinizde varolan pozitif nitelikleri baskılamış olabilir ve onların da bilinçli olarak farkında değilsinizdir. Mesela çok yetenekli, esprili, problem çözen, iletişim becerileri yüksek, cesur, karakterli, sevgi dolu, aşırı zeki vb. vs. biri olabilirsiniz fakat yaşadığınız tüm travmalar ve sosyal koşullar nedeniyle bu parçalarınızı görmezden geliyor ya da baskılıyor da olabilirsiniz.
Gölgelerimiz, bastırılmış negatif niteliklerimizle beraber bastırılmış pozitif niteliklerimizi de ortaya çıkarabilir. Kendinizde keşfettiğiniz tüm nitelikleri tamamen kabul edin ve onları kendi içinizde deneyimleyin. Çok ekstrem şeyler yapmanıza gerek de yok, sadece kendiniz olun yeter. Bu şekilde kendi içinizdeki nitelikleri kendinize dahil etmiş olursunuz ve eğer değiştirmek istediğiniz nitelikleriniz varsa, onlar üzerinde çalışabilirsiniz. Bir niteliği değiştirebilmek için önce o niteliğin farkına varılması gerekir. Mesela, bilinçaltınızda kendinizi yetersiz hissediyorsunuz diyelim. Bu, sizin ‘yetersiz’ birisi olduğunuzu ve artık bu şekilde yaşayacağınızı göstermez. Sadece bilinçaltınızdaki şeyi ortaya çıkardınız ve sonra neden böyle hissediyor olduğunuzun kök nedenlerine inmeye başlayın. Daha sonra aslında bu hissiyatın; yaşanılan travmalardan, çocukluk gelişim çağından, ailevi vb. sebeplerden ötürü olduğunu keşfedeceksiniz ve bu niteliği kendinizdeki daha olumlu niteliklere dönüştüreceksiniz.
Bir diğer eklemek istediğim şey ise hayatımızdaki tüm travmalar, reddedilmeler, ölümler, duygusal problemler, iletişim sorunları, ikili ilişkilerdeki sorunlar, söylenmeyen sözler, işsizlik endişesi, aldatma ve aldatılmalar vb. gibi bizi negatif olarak etkilemiş olayların, enerji bedenimizde hala etkilerinin kalmış olduğudur. Tüm bu yaşadığımız deneyimleri tam olarak çözümleyemediğimiz zaman, bu travmatik deneyimlerin çözümlenmemiş enerjileri, çakraların düzgün çalışmasını engellemektedir ve çakraları bloke ederler. Gölge çalışmaları yaptığımızda, çocukluktan bu güne kadar (hatta geçmiş yaşamlardan, kolektif bilinçten/bilinçaltından ve atalardan gelmiş olan) çözümlenmemiş tüm bu enerji blokajlarıyla da karşılaşabilirsiniz. Burada yapılması gereken şey, onların farkına varmak, onları kabullenmek ve salıvermektir. Herhangi bir travma üzerinde çalışırken, o travmadan gelen aşırı öfke, utanç, hüzün, keder, sıkışmış gözyaşları vb. gibi bazı hisler ve duygular hissedebilirsiniz. Travma enerjilerinin/blokajlarının mantığı, tüm bu sıkıntılı duyguları tekrar yaşamayalım diye kendimizi korumaya alan defans mekanizmasıdır. Gölgelerimizin içindeki tüm bu travmaları salıvermek ve onları salıverirken ortaya çıkan sıkışmış duyguları hissetmek ve onlardan özgürleşmek, bu hayatta kendiniz için yapabileceğiniz en önemli şeydir. Bu süreç inanılmaz zorludur (kendim de hala bunlar üzerinde çalışmaktayım) fakat kendinize verebileceğiniz en büyük hediye de bu süreci başarıyla geçmenizdir.
Bradley Nelson’un ‘Duygu Şifresi’ adlı kitabında, duygularımız ve bu duyguların etkilediği/sıkıştığı alanlarla ilgili çok güzel bir çalışması var. Bu duygular üzerinde çalışmak, olumsuz duyguları salıvermek ve olumlu duygulara geçiş yapma alıştırmaları yapmanın, gölge çalışmasına çok büyük faydası olacaktır.

4) Yaratıcı şeyler yapın
Sanat, kendini ifade etmenin en üst formudur ve ayrıca gölgelerin yüzeye çıkmasına izin vermemizin en mükemmel yollarından biridir.
Kendi içinizdeki duyguları hissetmenize yardımcı olacak herhangi bir yaratıcı eylem, kendi özünüzü keşfetmenize yardımcı olacaktır. Hangi sanatsal faaliyetle uğraşacağınız tamamen size kalmış. Ayrıca çok profesyonel olmanız da gerekmiyor. Yazmak, çizmek, bir şeyler karalamak, herhangi bir yeteneğinizi geliştirmek ya da yeni beceriler kazanmak, resim yapmak, müzikle uğraşmak, dans etmek vs. gibi sizi anda hissettirecek herhangi bir şey, kendiniz ve bilinçaltınız hakkında size çok şey gösterecektir.
Yaratıcı şeyler yapmak ya da herhangi bir yaratım eylemi, yoğun bir biçimde zorlayıcı olabilir ve sabırsızlık, sinir, rekabetçilik, kendine güvensizlik, mükemmellik takıntısı, dengesizlik, obsesif davranışlar vb. gibi karanlık taraflarınızın ortaya çıkmasına neden olabilirken, ayrıca sabır, kendine güven, denge, yaratıcılık, savaşçı nitelik (olumlu anlamda), anlayış ve merhamet vb. gibi pozitif niteliklerinizi de görmenizi sağlar.
Yaratıcı bir şeyler yaparken, kişisel farkındalıkla ve kendinizi gözlemleyerek bir şeyler yapmanız; kendiniz, pozitif taraflarınız ve özellikle de gölge taraflarınız hakkında derin kavrayışlar elde etmenize neden olur. Kendimden örnek verecek olursam, bu sitenin yapımına ve yazarlık kariyerime başlamadan önce farkına varmadığım ya da biraz farkında olduğun şeyleri, bu süreçte iyice görür oldum. Mesela inanılmaz büyük derecede bir sabrım varmış ve potansiyel olarak farkında olduğum yaratıcılığımın kinetikte de işler olduğunu görmek, kendime olan güveni biraz daha yükseltti diyebilirim fakat bu süreçte mükemmellik takıntımın olduğunu, insanlara gereksiz derecede iyi davrandığımı, inatçı olduğumu ve bir şeye aşırı odaklıyken diğer şeyleri görmezden gelebildiğimi, bazı travmalarımı henüz iyileştirmediğimi ve bazı şeylerle yüzleşmem gerekirken, inat edip onları boşladığımı vs. gibi negatif niteliklerimi de görür oldum.
Hazır kendimden bir şeyler yazmışken, görünürde negatif olarak görünebilecek bazı şeylerin doğru şekilde kullanılarak nasıl pozitife dönüştürülebileceğini ve görünürde pozitif olarak görünen şeylerin ise nasıl negatife kayabileceğini kendimden örnekler vererek açıklayayım. Her şeyde olduğu gibi her bir niteliğin dengeli şekilde entegre edilmesi çok önemlidir.
Yazıyı çok uzatmamak için yukarıda verdiğim örnekler üzerinden gideceğim. Mükemmellik takıntısı ve bir şeye aşırı odaklıyken diğer şeyleri görmezden gelebilme niteliği normal şartlarda negatif karakterli niteliklerdir. Tabi ki hayatımın her alanında mükemmellik takıntım olmadığı için bu durum hayatımı aşırı olumsuz etkilemiyor fakat ipin ucunu kaçırdığımı hayal edersek bu durum aşırı negatif sonuçlanabilir. Negatif görünümlü bu niteliğin pozitif olarak entegre edilmesi sonucunda ise yapıyor olduğum çoğu işte, o işin en ince ayrıntısına kadar giriyorum ve bu durum yapıyor olduğum işte uzmanlaşmama ve başarılı olmama neden oluyor. Keza, bir şeye aşırı odaklıyken diğer şeyleri görmezden gelebilme niteliği de negatif karakterlidir ve hayatımın bazı alanlarını diğerlerini daha iyi yapma pahasına görmezden gelebilmem, negatif olarak dengesizleşmeme neden olurken pozitif tarafından bakacak olursam, bir çok konuda aşırı uzmanlaşmamı sağladı diyebilirim.
Benzer şekilde, pozitif niteliklerime de örnek vereyim. İnsanlara karşı iyi davranmak, haliyle pozitif bir niteliktir ve bunun dengeli şekilde entegre edilmesinin faydalarını söylememe gerek yoktur fakat insanlara karşı gereksiz derecede iyi davranmam; onların sürekli olarak beklentiye girmelerine ve negatif karakteristik özelliklerini bana yansıtmalarına neden olmaktadır.
Her şeyde olduğu gibi dengeli olmak çok ama çok önemlidir. Sıradan olmak değil, dengeli olmak!
5) Dünyayı sizi yansıtan bir ayna olarak görün
Daha önce, ‘Yansıtma’ başlığı altında kısaca bahsettiğimiz gibi ‘Yansıtma’ kendimizde inkar ettiğimiz şeyleri görmemizi sağlayacak bir bilinçaltı mekanizmasıdır. Yine daha önce de bahsettiğimiz gibi sadece kendimizdeki karanlık yönlerimizi yansıtmakla kalmıyoruz, pozitif niteliklerimizi de yansıtıyoruz. Bu yolla, gölgeler kendilerini gizlerler ve korurlar.
Hepimizin aşina olduğu minik bir örnek verelim. İki kişinin, bir başkasının arkasından konuştuğunu ve dedikodu yaptığını düşünelim. 1.5 saat boyunca o kişiyle alakalı her şeyi konuştuklarını, arkalarından salladıklarını ve en sonunda o kişinin herkesin arkasından konuşan ve dedikodu yapan birisi olduğunu söylediklerini varsayalım. Burada şunu demezler mi? Siz ne yapıyorsunuz peki!
Dünyayı bir ayna olarak görmek, kendi yansıtmalarımızın farkına varmamıza yardımcı olur. Bunu yapabilmemiz için dünyaya ve kendimize dürüst ve farkındalıkla yaklaşmamız ve kendimizde inkar ettiğimiz ya da görmezden geldiğimiz özelliklerimizi sahiplenmeye hazır olmamız gerekir. Kendimize ve dünyaya karşı aşırı dürüst olmaya aşina olmadığımızı varsayarsak, bu özelliğimizi geliştirmek biraz pratik ve irade gerektirir. En nihayetinde, diğer insanların bizim aynamız olduğu zihin kalıbını benimsememiz gerekecektir. Başkaları, bizim bilinçaltı isteklerimizin ve korkularımızın ortaya çıkmasını ya da tetiklenmesini sağlayacak ayna görevini üstlenirler.
Bu pratiğe, iletişim kurduğunuz insanlar hakkındaki düşünceleriniz, duygularınız ve hislerinizi gözlemleyerek başlayabilirsiniz. Özellikle duygusal olarak tetiklendiğiniz anlara dikkat edin ve kendinize şunları sorun: ‘Şu an neden tetiklendim?’ ‘Şu an bir şey mi yansıtıyorum ya da karşı taraf mı bir şey yansıtıyor?’ Ayrıca şu da bir olasılık ki, iki kişi de benzer nitelikleri birbirine yansıtıyor olabilir. Veyahut, birbirini tamamlayan nitelikler de karşılıklı yansıtılıyor olabilir. Örnek olarak bir kişi aşırı şekilde kendinden verme eğilimindedir ve bir diğeri ise başkalarını kontrol etme eğilimindedir. Bu ikisinin çarpışmasından birisi kontrol edilen ve diğeri de kontrol eden olabilir ve burada zıt fakat birbirini tamamlayan nitelikler karşılıklı olarak birbirlerine yansıtılıyor olabilir. Örnekler çoğaltılabilir. Bir kişi kendi kıskançlığını, öfkesini, açgözlülüğünü ve aklımıza gelebilecek tüm nitelikleri karşı tarafa ve dünyaya yansıtıyor olabilir.
Burada dikkat edilmesi gereken konu, ‘kendi gölgelerimin nasıl farkına varabilirim?’ başlığı altında belirttiğim gibi karşımıza çıkan tüm gölgeler bize ait olmayabilir. Burada kendinize şunları sorun: ‘Bu gölgelerin hangileri bana ait, hangileri karşı tarafa ait, hangileri ortak ya da farkında olmadığım başka şeyler mi var?’
Bütün tetiklenme durumları, ‘yansıtma’yı göstermeyebilir. Örneğin, angutun teki salak salak şeyler yapar ve sizi öfkelendirirse, bu durumda siz bastırılmış öfkenizi yansıtıyor olmazsınız aksine doğal şekilde gelişen öfkenizi deneyimliyor olursunuz. Ya da karşınıza eli bıçaklı birisi çıkar ve korkarsanız, bu doğal şekilde gelişen bir süreçtir fakat ortada sizi aşırı sinirlendirecek bir durum yokken aşırı öfkelenmeniz ya da paranoyak şekilde anksiyete ve korkulara saplanıp kalmanız, belirli bir yansıtmayı ve bilinçaltını işaret ediyor olacaktır.
6) Psikolog ya da terapiste danışın
Gölge çalışması, psikoterapinin de bir parçasıdır. Çoğu psikolog ve terapist, bilinçaltı ve gölge çalışması konusunda uzman kişilerdir.
Bu uzman kişiler, siz ve bilinçaltınız arasındaki çözümlenmemiş mekanizmaları aşmanıza yardımcı olan objektif üçüncü kişilerdir. Herhangi bir konuda, uzman kişilerden yardım almaktan çekinmeyin. Benim gibi her şeyi kendisi çözmeye çalışan kişiler için herhangi bir konuda yardım istemek sıkıcı görünse de, atalarımızın dediği gibi: ‘Bir elin nesi var iki elin sesi var.’
Eğer yaşamınızda ciddi, özgün ve uzun vadeli bir iyileşme istiyorsanız, gölge çalışması ve bu sitedeki çoğu meditasyon tekniği, derin bir içsel dönüşüm geçirmenizin mükemmel bir yolu olacaktır.
Olumlu ya da olumsuz olarak içselleştirdiğiniz herhangi bir şeyin, bir şekilde dışsallaşacağını lütfen unutmayın.
Kendi gölgelerinizi sahiplenmek, yaşamınızı ve kendinizi sahiplenmektir.
Kaynaklar:
- Carl Jung, ‘Psychology and Religion‘
- Carl Jung, ‘Aion‘
- Carl Jung, ‘Alchemical Studies‘
- Carl Jung, ‘Psychology of the Unconscious‘
- David E. Schoen, ‘War of the Gods in Addiction‘
- Larry Dossey, ‘Healing Words‘
- https://en.wikipedia.org/wiki/Shadow_work
- https://shadowwork.com/
- https://www.unstoppablerise.com/shadow-work-on-shadow-self/
- https://scottjeffrey.com/shadow-work/
- https://highexistence.com/carl-jung-shadow-guide-unconscious/
- https://lonerwolf.com/shadow-work-demons/
- https://individualogist.com/
13 comments
Sitedeki tüm yazılarınız özenle,detaylı hazırlanmış.Emeğiniz ve paylaşımınız için teşekkür ederim.Sizi takip edebileceğimiz başka bir hesabınız var mı?
Ben teşekkür ederim güzel sözleriniz için. Şu an çalışmalarıma ve projelerime odaklandığım için sosyal medya kısmıyla çok fazla ilgilenmiyorum, çok vakit kaybettiriyor bana. Çalışma ve projelerim düşündüğüm belirli bir seviyeye geldikten sonra onları sosyal medya aracılığı ile tanıtmayı ve yaymayı düşünüyorum. (Tabi eski Face’im şimdilik duruyor, bazı gruplarda yer yer paylaşımlar yapıyorum). Bu siteyi de biraz daha geliştirdiğimde tüm sosyal medyalarımı ve projelerimi de ekleyeceğim. Çok teşekkür ederim güzel sözleriniz ve ilginiz için..
nerdeyse bütün yazılarınızı okudum gerçekten hepsi olağanüstü sizinle yüzyüze tanışma şansım var mı ?
Olumlu geri bildiriminiz için teşekkür ederim 🙂
Yakın zamanda siteyle ve projelerimle alakalı yeni mecralar açmayı düşünüyorum, o vakte kadar şuradan iletişim kurabilirsiniz:
https://www.facebook.com/mehmet.disci.560/
Hem bu kadar detaylı , aynı anda da bu kadar sade ve anlaşılır yazdığınız için teşekkür ederim. Konu hakkında çok az fikri olan birinin bile rahatlıkla anlayacağı nir yazı olmuş. Tebrikler
Teşekkür ederim olumlu geri dönüşünüz için.
Sevgiler, selamlar..
Şimdiye kadar faydalandığım en kaliteli ruhsal gelişim sitesi. Harikasınız. Tebrikler.
Güzel sözlerinizden ve geri bildiriminizden ötürü teşekkür ederim. Adınız gibi bolca gülümsemeniz dileğiyle..
Yazı çok detaylı ve faydalı, emeğinize sağlık…
Teşekkür ederim
[…] https://ezoterikbilim.com/golge-calismasi/ […]
Merhabalar. 39 yaşındayım ve hep duygularımın esiri içinde yaşamışım. 2 aydır EMDR tekniği kullanan bir psikatri uzmanı ile çalışmaktayım. Daha önce sayısız psikolog ve ilaçlar kullandım. Aile dizimi denedim , astrolojiye sardım. Anladım ki o işler öyle değilmiş. Doğru yere bakmayı öğrendim. Duyguların ana kaynağını buldum ve dönüşüm içindeyim. O gölge yanım sadece sabote etmek için ortaya çıkmıyormuş “buradayım ve iyileşmek dönüşmek istiyorum” için debeleniyordu. Dün sizin bu yazınızı okurken size teşekkür etmek istedim. O kadar doğru yerlere değindiniz ki. Mizaç sandığımız bir çok davranış aslında gölge yanımızın davranış hissetme şekli. Yıllar sonra uyanma Sevinç’i içinde size teşekkür ederim.
Sevinç hanım merhabalar, ‘buradayım ve iyileşmek istiyorum’ dediğimiz gölgelerin hepimizin içinde şifalanması ve adınız gibi Sevinç’li günler dilerim hepimize; güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Sevgiler, selamlar..